İki sene öncesine kadar hiçbir şeyden haberim yoktu ve haberim olmadığı gibi de zamanın çok gibiydi. Zamanımın ne zaman tükeneceğini bilmeden boş geçiriyordum günlerimi, hiçbir şey yapmadan haftalarca yatıyordum yatağımda, kaderime güveniyordum. Olması gereken olurdu zaten, bunun için çabam yetersiz kalır sanıyordum. Her şeyi çok yanlış sanıyordum.
Okuldan eve gelip boş oturmaktan, akşam yemeğimi yedikten sonra odama geçip yatmaktan başka bir sürü olayım olmuştu. Bugün yeteri kadar yoruldum yarına bırakabilirim'den her şeyi bugün yapmalıyım, yeteri kadar zamanım yok'a kadardım artık. Hiçbir şey için sorumlu değildim, zorunluluğum bile yoktu ki tüm bunları ne için yapmalıydım... Her şeyi üstlenmiştim hiç ummadığım anda, her şey üstüme üstüme gelmişti. Bu gelecek sondan ben sorumlu degildim belki ama kurtaracağıma dair aptal güvenim bütün bu dağınıklığı üzerime yıkıvermiști. Kendime olan gereksiz güvenim bazen hayatımı zora sokmaktan geri adım atmamakta inatçıydı. Bir şeyleri başaramasam bile, ki böyle bir şey mümkün değildi, illa ki başaracağım bir an olacaktı işte. Bunu diliyordum kendimden.
Avuç içlerimin sızlamasını daha çok şiddetlendirmeden açtığım yarıktan geçtim yavaşça. Geçerken hafifçe, hiçbir şeye zarar vermemeye dikkat ediyordum. Ellerimi yumruk yaptığımda sınır çizgileri tamamen yok olmuştu, o sınırdan artık yatağım ve pencerem görünmüyordu. Üst üste çıkmış evler etrafımı kaplıyor ve beni sanki sokağın ortasında boğmaya çalışıyordu. Evler oldukça modern bir yapıdaydı ama uzun bir süredir yenilenmedikleri için eski duruyorlardı.
Ephustica. Gecenin gündüze karıştığı, yağmuru karla birleştiği ve gökyüzünün okyanusla iç içe olduğu bir yerdi burası. Burada kaybolamazdınız ama birilerini de bulamazdınız. Öyle bir yerdi işte, hem labirent gibi olup hem de düz sokaklardan ibaretti. Karışıklığı, düz olmasından kaynaklanıyordu.
Tepemden kocaman bir gölge geçtiğinde izledim bir süre. Bu, İspermeçet balinasıydı. Uzun bir süre etrafım zifiri karanlığa bürünmüştü, okyanusun rengi karanlığa karışmıştı saniyeler içinde.
Dakikalar sonra etrafım tekrar eski mavi gölgesine geri dönmüştü. Aradan tekrar yere küçük gölgeler düşüyordu ve bu sürekli dikkatimi dağıtmaktan başka bir işe yaramazdı. Caddeye çıkıp karşıya geçerken su gibi akan trafiği izledim, arabalar kesinlikle dünyamdaki herkesin hayalini kurduğu uçan arabalar şeklindeydi. Hatta belki daha iyisi bile olabilirdi. Bunun için kurdukları düzen ve uğraşlar gözle görülür bir şekilde kusursuz işliyordu, tüm bunların başındaki kişi hariç.
Ara sokaklardan birine girip evlerin araya sıkıştırılmıș yamuk taş merdivenlerden çıkarak anahtarı çıkardım. Fazla dikkat çekmeden eve girdiğimde mumları hemen yaktım ve notlarla, teorilerle dolu duvarıma doğru tuttum.
Her ne kadar perdeleri ve balkonu sonuna kadar kapatmaya çalışsam da okyanusun maviliği bir şekilde içeriye sızarak duvarıma vuruyordu, bu o kadar da kötü değildi her ne kadar bir başkasının sızan ışıktan beni görebilme ihtimaline karşı. Yine de temkinliydim. Birinin beni görmesinde sorun yoktu, zaten sürekli muhatap olduğum kişiler olabiliyordu ama önemli olan kimsenin buraya gelip tüm bunları okumamasıydı. Bu benim sonumu getirirdi.
Teorileri inceledim. Kaçırdığım ufak bir ayrıntı olabilirdi, sonradan fark edip tekrar altına not ettiğim oluyordu ama şu anlık sadece önemsiz bir notum vardı.
Son iki kraliçe ölü veya kayıp.
Bilmiyorum belki o kadar da önemsiz değildi. Tik işareti attım, önemli de olabilirdi.
Burası her ne kadar teknolojik olarak ileri olsa da yönetim şekilleri oldukça eski yüzyıllara dayanıyordu. Tam yedi kraliçe tarafından yönetilmesi gereken bu ülke, son iki kraliçesinden bihaberdi. Nerede olduklarını bilmiyordum ve kim olduklarını, ki bu trajikomikti çünkü şu an bu ülkenin tahtında oturan kişiyi de bilmiyordum. Dediklerine göre bu kadın veya kız çok uzun bir süredir yönetimdeydi ve hakkı olmayan yıllara da sahiplik ediyordu çünkü sıradaki tacın sahibi kraliçe ortalıkta yoktu ve görevini yapmıyordu. Bunu fırsat bilen Kraliçe Wanda da tacını gururla kafasından indirmeyerek acımasızca yönetmeye devam ediyor, ona karşı gelenlere acımadan kellelerini alarak odasına astığına dair bir sürü dedikodu dönüyordu.
Ve kimse onun suratını görmemişti hiç, en son gören kişi hep kellesi alınmadan saniyeler öncesiydi. Yani idam öncesi şahit olabiliyordunuz suratına. Ne lüks ama!
Birkaç teorime daha göz attım.
Kraliçe Wanda, kendisinden önceki ve sonraki kraliçeleri öldürmüş olabilir.
Tüm bu felaketi başlatacak kişi Wanda. Bu bir teori değil, doğruydu.
Yere çömelerek başımın dönmesine izin verdim ve yavaşça yere doğru uzandım, ellerimi karnımda buluşturarak tüm bu yükün altından nasıl kalkacağım düşündüm. Daha bilmediğim kaç sorun vardı, kaç tane daha bilmeceyi çözmem gerekiyordu? Kafam tüm bunlara basacak mıydı? Kapım tıkandığında buz kesildim. Yavaşça ayağa kalkarak ayağımın hemen yanındaki babamdan yürüttüğüm golf sopasını aldım ve temkinli bir şekilde kapıya doğru yaklaştım. "Kimsin?"
"Ito, benim. Tanrı aşkına, ne yapıyorsun içeride yine?"
Sopayı fırlatarak kapıyı sadece kafamın sığacağı şekilde açıp somurttum. "Uyumak da yasak ya," dedim kendimi dışarı atarak. Ona içeriyi göstermemeye gayret ettim.
"Ajan falan mısın ne bu gizli gizli hareketler yine?" Tahta kapının aralıklarından içeriye bakmaya çalışıyordu ama önüne geçerek görüşünü engelledim. "Evet ajanım, ya sen? Hâlâ devam mı kraliçeyi öven yazılar paylaşmaya?" Güldü. Her ne kadar şakalarımıza gülsek de içten içe ciddi olduğumuzun farkındaydık ama karşılıklı bir çıkar söz konusuydu. O Wanda'yı çok iyi bildiğinden ondan her türlü bilgi öğrenebiliyordum, o da benden yalan dolan dedikodu alıyordu.
"Ee," dedim merdivenlerden inerken. Üçer üçer atlayarak indiğinde etrafında döndü ve kollarını okyanusa doğru kaldırdığında derin bir nefes aldı. Turuncuya çalan dalgalı saçları ve kısacık kakülü alnına dökülüyordu. Beyaz işlemeli kısacık elbisesi onu prensese benzetse de ruhu şeytani olduğundan tüm prensesliği buhar olup gidiyordu.
"Ee'si aşık oldum Ito! Midemde balıklar yüzüyor sanki!" Yüzümü buruşturdum. "Kelebekler demek istedin sanırım."
Kıkırdadı. "Kelebekler yüzer mi Ito?" Kafamı salladım sakince. "Sen de haklısın Holly." Kolumdaki saate baktığımda akşam yemeğine geç kaldığımı fark ettim. "Benim birtakım önemli işlerim var onları halletmeliyim."
"Ne işi?"
"Ajanım ben. Sana bu konu hakkında bir şey söyleyebilir miyim sence?" İlk başta ciddiye almıştı ama sonra alay ettiğimi fark edip ellerini beline koydu tekrar. "Iyi, tamam. Git."
Başımı iki yana sallayarak yanından ayrıldığımda o da caddeye çıkarak kısa sürede gözden kayboldu. Yine koca bir gölge tüm sokağı kapladığında sokak lambaları aniden devreye girmişti. Gecenin gündüzü belli olmayan bu yer hakkında şüphelerim vardı çokça. Ülke olarak bahsediliyordu ama dünyamdaki en küçük şehrinden bile küçüktü, gökyüzü olması gereken yerde üzerimize devrilmeyen koca bir okyanus vardı her şeyden öte... Bu beni mutlu etse de aynı zamanda endişelendiriyordu. Her an başımıza balıklar yağabilirdi. Sonra umursamaz bir şekilde ellerimi kaldırdım. Meteor yağmasından iyidir, diye düşünüyordum avuçlarımın sızısı artarken. Portal açıldığı anda ışıklarla birlikte saniyeler içinde gözden kayboldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
queen of sins
FantasíaBir dünyam vardı sadece, nefes almak kolaydı yaşamanın zorluğu kadar. İki dünya arasında paslı bir anahtardım, kapım yoktu kapatıp kendi başıma kalacağım; kimseler girmesin diye kilitleyip zihnimi boşaltacağım... Bu dünyaların anahtarı da bendim...