eleven - wanted

10 3 0
                                    

Bileklerim sızlamıștı sıkıca tuttuklarından. Çırpınıyordum ellerinden kurtulmak için ama emindim, kurtulsam bile kaçamazdım. Kaçsam bile bulunurdum hemen, hem de onu burada öylece de bırakamazdım. Benim kaçışım kolay olurdu ama onun olmazdı. Bekledim bir süre. "Bakalım Kraliçe Wanda'nın önünde de böyle rahat olabilecek misiniz?" demişti arabadan indirdiğinde. Elindeki ince hançeri sırtıma dokundurdu, bu kısaca yürü demekti. Onu görene kadar itaat etmek zorunda kaldım.

Takashi rahatlatıcı bakışlarıyla sakin olmalıyız diyordu. Onu dinlemeliydim belki de, rahat olursam onu sözlerime yenebilirdim. Her şeyi bu kadar da batırmış olamazdım sonuçta, bir yol daima bulurdum. Değil mi?

"Kraliçe Wanda!" dedi arkadan biri.

"Size bu iki hırsızı getirdim efendim." İlk geldiğimizdeki o şenlikteki gülüşmelerden ve çığlıklardan eser kalmamıştı, herkes pür dikkatle izliyordu bizi.

Kraliçeye baktım. Yüzü tamamen siyah bir tülle örtülmüștü ve inciyle süslenmiş tacı tam kafasının üstündeydi. Kilit nokta, tacıydı.

Çenesini hafifçe kaldırarak bize doğru yürüdüğünde bileklerimizi bırakıp öne doğru ittirdi. Takashi ve ben onun önünde öylece kalakalmıștık, sessizliği bozan yoktu henüz. Zaten buna da cesareti yetmezdi kimsenin. "Maskelerinizi çıkarın ve kendinizi tanıtın," dedi oldukça rahat sesiyle. Sanki onun sarayına gizlice girenler biz değildik gibiydi, öfkesi yoktu. Belki de duygularını belli eden biri değildi.

"Önce siz ekselansları," dedim kendimden emin bir şekilde. Takashi de devam etti. "Sizi de kimse tanımıyor."

"Bu ne cüret?" İşte. Gerçek duyguları çıkıyordu gün yüzüne çıkıyordu yavaşça. Az önceki rahatlığından eser yoktu.

"Neden kendinizi saklıyorsunuz herkesten?" dedim gözlerimi etrafta gezdirirken. "Sizi tanımayan bir halkı yönetme cüreti gösterdiğinize göre, iyi birisiniz herhalde?" Takashi parmaklarını elimin arkasına dokundurduğunda durdurabileceğini düşündü ama bu sefer olmazdı. Zaten her şey çok geçti, elbet o zindana girecektik.

"Alın götürün bunları! Atın zindana, yarın ilk işimiz kellelerini almak olacak!"

"Aynaya baktığınızda sarı, parlak saçlara ve mavi gözlere sahip olamadığınızı görmek sizi mahvediyordur çünkü Kraliçe Wanda değilsiniz nihayetinde. Ama şunu belirtmeliyim ki iyi bir kalple olamadıktan sonra dünyanın en iyi yüze de sahip olsanız bu kimseye fayda sağlamaz."

Onu dinlemeden konuşmaya devam etmem herkesi daha çok germişti, bunu şaşkınlıkla çıkarıp yere düşürdükleri maskelerden anlıyordum.

Gözlerim yavaşça ellerine kaydığında sıkı bir yumruk yaptığını görebilmiștim. Kırmızı upuzun tırnakları avuç içlerine batıp delik deşik ettiğine emindim, onu her şeyden çok sinirlendirdiğime emindim. Bu hoşuma gitmişti. "Alın götürün bunları. Derhal! Bir daha böyle kepazelik görmek istemiyorum Frank. Anladın mı beni?"

Frank dediği adam kafasını korkuyla salladığında zangır zangır titreyen elleriyle tekrar beni tutup arabaya bindirdiğinde diğer asker de Takashi'yi almıştı.

Aradan geçen dakikalar sonra parmaklıklar arasında bekliyorduk sebepsizce. Hemen karşımızda onlarca asker dikilmiş bekliyordu ama eminim birazdan uyumaya giderlerdi. "Orada baya cesurdun," dedi yanıma çömelerek. Dizlerini kırıp ellerini sarkıttı, başı bana doğru dönükken ona bakmıyordum. "Ben olsam öyle demezdim."

"Biliyorum korkmuştun ama bu yine de seni engellemedi. Bu da seni cesur biri yapar."

"Bununla alakası yok," diye mırıldandım karşımdaki duvara boş boş bakarken. Dudağımın köşesi çırpınmamın sonucu olarak patlatılmıștı, sızısını yeni hissettim. "Beceremedim. Bundan sonra aranılan iki suçlu olarak kraliçeyi bulmamız gerekecek. Her şey daha kötü oldu."

"Onu bulabiliriz," dediğinde buraya atıldığımızdan beri ilk defa yüzüne baktım. Maskelerimizi bir köşeye fırlatıp buraya kapatmışlardı bizi. Yarın muhtemelen asılacaktık, yani onlar öyle sanıyordu. Kraliçe de dahil, eminim tacından ve tahtından da olacağından korkuyordu. Ona bu korkuyu hissettirmiștim. Onun devri bitecekti.

"Aramaktan zarar gelmez," dedim ama hiç umut yoktu, küçük bir yerdi burası ama tek tek soramazdık ya. Kendisi bile bilmiyordur eminim sıradaki kişinin kim olduğunu. Bilse, durur muydu öylece? Tahtını bırakır mıydı Mathilda'ya?

"Şimdi başlayabiliriz o halde," dediğinde gardiyanların çoktan çıktığını fark ettim. Kafamı sallayarak ayaklandığımda portalı açmaya başlamıştım bile, harcayacak zamanımız yoktu. Her şeyin daha yeni başladığını fark etmiştim, Mathilda'nın tahtını devirme vakti gelmişti. Onun devri bitiyordu.

Festivale geri döndüğümüzde hâlâ devam ediyor olduğunu fark ettim ama maskelerimiz yoktu ve bizi hemen tanırlardı, gerçi maskelerimizi de görmüşlerdi. O yüzden hiç şansımız yoktu, sadece kimseye görünmememiz gerekiyordu ama bu kalabalıkta da zordu. Takashi'nin bileğini kavrayıp ara sokaklardan birine girdiğimizde aynı zamanda etrafı izliyorduk. Buraları bildiğim için sokaklarla da aram iyiydi, bizi görmemeleri için elimden geleni yapabilirdim.

Evin önüne geldiğimizde aceleyle çıkıp kapıyı kilitledim. "Tamam. Önce burayı temizlemiz gerekiyor, Holly burada yaşadığımı biliyor ve yarın yokluğumuz fark edildiğinde ilk baktıkları yer burası olur."

"Holly de kim?"

"Bir arkadaş."

Hiç düşünmeden bütün notları, işaretleri yırtıp fırlattım. O da aynı şekilde yırtıp atarken bunları nereye atacağımı düşündüm. Belki, yakabilirdik. "Peki, hem onlardan saklanıp hem de nasıl kızı arayacağız? Veya kadın? Bilmiyorum, yaşı kaç bunun?"

"Ben de bilmiyorum ama sıradaki kraliçe uzun zamandır ortalıkta olmadığına göre oldukça yaşlıdır eminim." Tabii ya! Çemberimiz giderek daralıyordu ve bu işimizi cidden kolaylaştırmıștı.

Yaşlı ve kibirli bir kadın.

queen of sinsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin