fifteen - holly

3 3 0
                                    

Kibir ve öfke. İkisinden biri diğerine gebe kalırdı hep.
Biri olmadan diğeri varolamaz, biri varken diğeri kaybolamazdı. Duygular da böyleydi ya, zincirlerin halkaları gibi birbirine tutunuyordu ve ayrılması zordu. Tutunuyorlardı birbirlerine ama hep bir halka diğerlerine göre daha zayıf oluyordu, biri diğer halkaları kaldıramıyordu.

Aslında ne çok duygu barındırırdık, ne çok düşünce... Bu yüzden dengeyi sağlamak zor olurdu, sevgi ve mutluluk gibi bizi mutlu eden hisler daha azdı kibir ve öfke gibi duygulara nazaran. Öfkeyi yeteri kadar içimizde tuttuğumuz hâlde yine acıdan taraf olmamız, onu hiç yanımızdan ayırmamamız bunun en iyi şekliydi: Yani, acıya aç olmak.

Öfkeyi bir çiçek büyütür gibi beslemek, kini donmuş toprağa ektiğimiz tohumdan bir ışık beklemekti ya da aşkı gömebileceğimiz kadar en derine itmek sonra da onu özlemekti. Bunlar yine bizi şu doyamadığımız o duyguya getiriyordu işte, acıya.

Ne acı, ne acı, ne acı.

Öldür çiçeği, dağıt toprağı ve çıkar en derinden şu aşkı.

"Onun nerede olduğunu bilmiyorum ama o beni bulur."

Çıkaramam ki.

Öldürebilirim belki o çiçeği, dağıtırım toprağı... Ama o şeyi çıkaramam ki ellerim sızlar bir kere, aklım almaz, kalbim dayanmaz ve zamanım hiç yetmez bana.

"O zaman bekleriz," dediğinde hafifçe gülümsüyordu. Böyle bir hissim olduğunu bilmezdim. Kafamın bu kadar karışacağını ve kurmaya çalıştığım planlarımın tek bir dokunuşla alt üst olacağını.... Tahmin edemezdim. Belki kırk yıl düşünsem yine aklıma gelmezdi hiçbir planın bu his için olmayacağını çünkü her denklem bir formüle ihtiyaç duyardı. Bunun denklemi yoktu ki formülü olsun. Berbattı. Nasıl hareket edeceğimi bilmiyordum ve beni her şeyi unutturacak kadar zor durumda bırakıyordu, önceliklerimi unutuyordum. Kraliçenin yerine aklı kafasında birini koy falan filan, ülkeyi kurtar cart curt, iki dünyanın geleceği... Bütün bu ıvır zıvırların arasından çıkıvermiști birden! Ne vardı ki sanki her şey sağlıklı bittiğinde gelseydi?

Belki de hiç gelmemişti. Kim bilir.

"Bu kız hakkında ne biliyorsun?" Geriye yaslandım. En azından benimkinin aksine o, mantığıyla hareket ediyordu. "Hiçbir şey," dedim. "Onunla samimi değiliz. Sadece o, öyle sanıyordu."

"Ne demek şimdi bu? Ya Mathilda'dan daha beter biri çıkarsa? Bilemeyecek miyiz yani?" Yaslandığı yerden doğrulmuș gözlerimin tam içine bakıyordu acımasızca. Planının dengesizliğinin çoktan farkına varmıştı ama elimden bir şey gelmiyordu. Bu kadardı.

"Şans." Kaşlarını çattı ve tek bir kelimemin onu nasıl etkileyeceğini izledim bir süre. Şaşkındı sadece. Nasıl yani dediğini duyabiliyordum ya da sen deli misin, iki dünyanın kaderi bir şansa mı bağlı dediğini ama söylememişti. Susmuş ve bakmaya devam etmişti, zaten çatılan kaşları bu düşündüklerimin fazlasını söylüyordu. "Bak, sen bu işin içinde birkaç günlüksün ama ben iki yıldır. İki yılda ne kadar çok yaşlandığımı ve bittiğimle ilgili sana saatlerce konuşmayacağım ama şunu bilmeni istiyorum ki, yoruldum. Karışık planlardan, buruşuk suratlı sürtük Mathilda'dan, hatta şu hain nankör kediden bile..."

"Anlıyorum," dedi. "Ama iki yıl bunca saçmalığa dayanıp iki günde vazgeçemezsin. Hem... karışık planlara gerek yok tamam mı? Canını almaya gidiyoruz o buruşuk suratlı sürtüğün."

"Ne? Ama sen dedin ki..."

"Ne dediğimi siktir et. Öldüreceğiz." Kaşlarını çatma sırası bendeydi bu sefer, dediklerini anlamak şaşırmaktan daha zor olmuştu. Sonra Holly'nin bağırıșları geldi aşağıdan. İkimiz de irkilip ayağa kalkarak korumacı bir şekilde yavaşça kapıya doğru ilerledik, kapının arkasında sesleri dinlerken tek olmadığını fark etmemiz uzun sürmedi. "Sana demiştim," diye fısıldadım. "O beni bulur."

queen of sinsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin