eight - time

9 3 0
                                    

"Kraliçeyi ancak gümüş kılıç veya bıçakla öldürebilirsiniz, öbür türlü tahta geçtiklerinde ölümsüzler," dedi. Takashi yine sessizliğe gömülmüștü, bu fikri sevmediği zaten en başından belliydi, onu zorlamam hatalıydı belki de ama ısrarcıydı benimle gelmekle. Eve döndüğümüzde bir araya gelmezdik bir daha, benimle karşılașmamak için yolunu değiştirirdi, beni görmezden gelirdi. Belki gidip Robert'a hayal görmediğini söylemezdi hatta kimseye ispiyonlamazdı beni ama beni de yok sayardı ve hiçbir şey olmamış gibi davranırdı. Eğer böyle yaparsa karışmazdım ona, ondan önce ben onunla hiç tanışmamış gibi yapardım. Onun hakkıydı sonuçta, kimse bu belaya bulaşmak istemezdi. "Nerden bulacağız bunları?" diye sorduğumda uzun bir süre düşündü adam. İşaret parmağını sallarken diğer elini de beline götürdü, kamburluğu onu olduğundan daha çok kısaltıyordu. "Odasında olmalı bir gümüş kılıç, tabii onu kaldırmadıysa..."

"Neden kaldırmasın ki? O da biliyordur onunla öleceğini sonuçta?"

"Hayır," dedi kaşlarını çatıp kafasını sallayarak. "O bu tarz bilgilere sahip değildi, farkındaysan yanlış zamanda tahta geçti. Geçmeden önce bilirdi ama tabii, onun yaptığı gibi başkasının da onu öldüreceğini düşündüğü fikriyle kaldırmış olabilir. Her ihtimale karşı yanında onu öldürebilecek gümüş keskin bir alet götürebilirsin ve unutma, tam kalbinden."

"Tüm bu saçmalıkları yapacak mıyız?" diye seslendi bana doğru. Öfkesi onu ciddi anlamda kontrol altından çıkartıyordu, yumruk haline gelen ellerini açarak dışarı çıktı. Gloria da koşarak arkasından gittiğinde elimi alnıma götürdüm. "O haklı..." dedim ettiğim itirafla. "Bunu yapabilecek miyim emin değilim..."

"Aslında başka bir yolu daha var," dedi başka bir odaya geçerek, eline de gaz lambalarından birini alıp uzun bir süre oyalandı içeride. Elinde küçük kristal bir şişeyle geldiğinde bana doğru uzattı. "Birkaç günlük uyku ilacı," dediğinde kaşlarımı çatarak şişeye baktım. Yuvarlak, beyaz haplar vardı. "Uyutup ne yapacağım?"

"Orasını da sen düşün," dedi gülümseyerek. "Artık yedinci kraliçeyi mi bulursun, yoksa gelmesini mi beklersin bilemem. Benden bu kadar. Git arkadaşını ikna et, bu tek başına yapabileceğin bir şey değil," dedi dışarıyı işaret ederek. Başka bir şey söylemeden hatta teşekkür etmeden dışarı çıktığımda gitmemesi için dua ediyordum, her ne kadar gitmesi onun için iyi bir şey olsa da istemiyordum bencilce.

Ağaca yaslanıp ellerini cebine sokmuş okyanusu izliyordu, öfkesi geçmiş gibiydi ama sanki geri döneceği için bu kadar rahattı. "Üzgünüm," diyerek kristal şişeyi ona gösterdim. "Onu öldürmeyeceğiz... Sadece uyutacağız ve son kraliçeyi bulacağız." Yüz ifadesi yavaş yavaş değişirken şişeyi alıp elinde çevirdi. "Doğru kararı vereceğini biliyordum. İsterse iki dünyanın da en kötü insanı olsun, bu onun ölmeyi hak ettiğini göstermez." Başımı yana doğru eğerek yüzünü inceledim bir süre, sanki bir yakınını kaybettiği için bu kadar hassastı bu konuda. Fazla kurcalamadım, henüz o kadar samimi değildik her ne kadar bu işlere çoktan bulaşsak da. Gloria'nın bile rahatladığını gördüm. 

Ertesi gün hiç uyanmadığım kadar enerjik uyanmıştım ve bu sefer geç kalmayı umursamadan kahvaltıya oturduğumda annemlerin şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Çok zaman olmuştu onlarla sofraya oturmadığım günler, çok nadirdi. Takashi'nin güveni ve Gloria'nın varlığıyla bile rahatlama gelmişti, hem de daha hiçbir şeyi yoluna koymadığım halde ve hatta işler daha çok yokușa sürüklenirken... Her kimse onu bulmalıydı. Bu çok zor olabilirdi ama o dünyadan biriydi elbet ve en belirgin günahı olanı bulup tahta oturtmalıydım. Sen buraya aitsin, tacın ve bu ülkenin sahibi demeliydim. Umarım Mathilda'dan daha beter biri çıkmaz ve yönetebilecek güçte biri olurdu... "Bize katılacak zamanın var hayret," dedi babam gülerek, bu büyük annemi güldürmüștü ve gülerken dişlerinin çıkmasına sebep olduğu için yüzümü buruşturdum. "Öyle tabii. Zamanım var biraz." Ironik.

İlk defa yavaş yavaş yemeğimi yedikten sonra odama tekrar geçip gardrobun kapağını araladığımda ne kadar da küçük olduğunu fark etmiştim, o haklıydı. Kafamı iki yana sallayarak buraya soktuğum için ne kadar söylendiğini düşündüm. Mavi çiçekli, ince bir elbise ve üzerine de beyaz bol ve kalın bir sweatshirt geçirdim.
Beyaz converslerimi de elimde dışarı çıktığımda merdivenlerin oraya koyduğum bisikleti alıp okula doğru hızla sürdüm, zamanı yeteri kadar bolca kullanmıștım. Charlie eminim bana hiç olmadığı kadar sinirliydi ve bugün suratıma bile bakmayacaktı.

Okulum binasına girdiğimde koridor oldukça kalabalıktı ve onu görebileceğimi düşünmüyordum, onu yerine Robert'la göz göze gelmeyi hiç tahmin etmemiştim. Öyle ki beni görür görmez hızla dolabını kapatıp yanıma gelmeye çalıştı, ondan hızlı davranarak merdivenlerden çıktım ama bu sefer diğer arkadaşlarıyla karşılaşmıștım, onlar da beni fark ettiğinde durdular. Zilin çalmasıyla herkes yavaş yavaş sınıflara dağılırken Robert da arkamdan yetişmişti hemen. "Hadi anlat onlara!" dedi ellerini beline yerleştirirken. "Büyücü müsün, uzaylı mısın söylesene!"

"Aynen, büyücüyüm," dedim bıkmış surat ifademle. "Kurbağa mı olmak istersin yoksa bir kertenkele mi?" dediğimde arkadaşlarından sarışın olanı güldü. Bu Joe olmalıydı, geçen dönem birkaç dersimiz ortaktı ama sonra sınıfını değiştirmişti. "Arkadaşın Takashi senin içtiğini söylemişti, ondan hayal görüyorsun sen. Belli ki hâlâ kafan iyi. Git bir soğuk su falan iç." Joe ellerini sallayarak Robert'ın omzuna hafifçe vurduğunda tekrar güldü ama bu sefer ki sinsi bir hâl almıştı. "Ne o? Aşık mı oldun kıza? Bu da başka bir konuşma taktiği mi?" diye sorduğunda bu olaydan sıkıldığımı fark ettim, derse geç kalıyordum ama kimsenin derse geç kaldığı umurunda değildi. "Ya ne aşık olması! Bırak beni be!" Kendini sirkelediğinde ceketini düzeltip sınıfına girdi sinirle, kapıyı kapatana kadar gözlerimin içine öfkeyle baktığını görmüştüm.

"Onun kusuruna bakma. Bu kadar kötü biri değildir o. Sadece biraz..."

"Aptal," dedim kafamı sallayarak. Elini ensesine attığında o da kafasını salladı, yanındaki de elini uzatıp bana baktığında tuttum. "Ben Eric," dedi gülümseyerek, siyahiydi ve saçları o kadar kıvırcıktı ki elimi atsam dolanırdı. Göz kırptığında "Sizin gibi güzel bir arkadaşınız varsa ayarlarsınız artık bana," dediğinde kaşlarımı çattım. "Charlie var tek ama o da erkek maalesef." Joe da elini uzattığında "Beni tanıyorsun zaten," demişti, kafamı salladım.

Tanışma faslı bittiğinde herkes sınıflara dağılmıştı ve ilk dersimin Charlie'yle olmasına rağmen onu görememiştim bu yüzden mesaj atıp aramaya çalışmıştım ama bütün gün etrafta gözükmedi. Çıkışta tekrar aradığımda açmıştı ama bu sefer meşgul olduğunu söyleyerek kısa kestiğinde telefonu kapatıp cebime atmıştım. Onu çok ekiyordum ama bu elimde olan bir şey değildi ve eğer bu elimde olmayan nedenler yüzünden onunla aram tamamen açılırsa kendimi hiç affetmeyecektim. Arkadaş olmayı becerebildiğim ilk ve tek insandı o, onu kaybetmek istemiyordum bu yüzden pes etmeyerek evine kadar gidip kapısını açana kadar zorladım, bizim gibi sitelerde oturmuyordu. İki katlı büyük bir evleri vardı. Bahçeleri baştan aşağı kurumuş çiçeklerle doluydu şu anlık ama ilkbaharda annesi o kadar çok şey ekiyordu ki rengarenk oluyordu her yaz. Annem çiçek böcek sevmezdi hiç, zaten sevse de ekeceği bir bahcemiz yoktu. Ben de sevmezdim zaten, uğraşmak zor ve yorucu geliyordu.

"Neden geldin?" dediğinde kapıyı ne zaman açtığını anlayamadım. "Üzgünüm," dedim sadece, kapı bir anda açıldığı için içimde bunun ezberini yapamamıştım ve hazırlıksız yakalanmıştım. "Sana haber vermeden sürekli nereye gittiğimi anlatacağım." Kapıyı araladığında mutlu olarak içeriye girdim.

Şimdi, bir yalan hazırlamam gerekiyordu ve bunun için biraz zaman kazanmalıydım.

Zaman kazanmak. İhtiyacım olmadığı tek bir gün bile yoktu hiç.

queen of sinsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin