Bölüm 4 - Tehlike

69 42 52
                                    

"Octavia, şurup yine bitti."

Genç prenses, sesin sahibine döndüğünde beş yaşındaki küçük Atria ile karşılaştı. Atria, küçük ellerine büyük gelen, boş bir şurup şişesi tutuyordu.

Yorgunluktan, oturduğu masada sızıp kalmış olan Octavia, gözlerini ovuşturarak ayağa kalktı ve Atria'nın elinden boş şişeyi alarak odanın diğer ucundaki kapıya gitti.

Octavia, kapıyı tıklattı. "Doktor, şurup bitmiş," dedi yorgun bir sesle.

İçeriden ses gelmedi. Orada da şurup olmasa gerekti.

Ağrıyan dizlerine aldırmadan Atria'nın yanına çöktü ve gülümsemeye çalıştı. "İdare etmeye çalışacağız, Atria."

Dudakları titreyen Atria, başını salladı ve arkasını dönüp koşarak uzaklaştı. Octavia ise elinde boş şişeyle kalakalmıştı. Zar zor ayağa kalktı ve duvara yaslanıp derin derin nefes aldı. Tüm vücudu ağrıyordu. Bu zamanlarda herkes, öncekinden çok daha fazla çalışmak zorundaydı.

Zira Octo, tarihindeki en zorlu zamanı yaşıyordu.

Bu noktaya nasıl gelmişlerdi? Akıllardaki en büyük soru buydu. Dört bir yanı altınla kaplı bu şehir, zaman içinde nasıl da çökmüş ve bir harabeye dönüşmüştü. Bir zamanlar dünyayı yöneten Octolular, bir şişe şuruba muhtaç hale gelmişlerdi.

Octavia, her ne kadar babasının çevresindeki dalkavuklardan hoşlanmasa da bir prenses olarak halkının yanında olmalıydı. Kütüphaneye gitmeyi ve odasında zaman öldürmeyi kesmiş, insanlarla ilgilenmeye başlamıştı. Hasta olanlara ilaç götürüyor, küçük çocuklarla ilgileniyor ve Octo'daki tek doktorun yardımcılığını yapıyordu. Octo'da bir süredir süregelen salgın hastalığı kapmaktan kaçınan doktor, kendisini odaya kapatmış ilaç yapıyordu. Çok acil bir durum olmadığı sürece de dışarı çıkmıyordu.

Genç kız derin bir nefes aldı ve tekrar kapıyı tıklattı. "Ben ayrılıyorum, Doktor Attius," dedi mukavva gibi bir sesle. "Agrippa birazdan yerimi almaya gelir."

Tavanı küfle kaplı, penceresiz odadan çıktığında genç kızın burnuna ilaç kokusu doldu. Beyaz koridorlarda attığı her adımda kulağına hasta Octoluların acı acı inlemeleri, çığlıkları geliyordu. Salgın hastalık acımasızdı. Deride yayılan hastalık, bulaştığı yeri ateşte kızartıyormuşçasına yakıyordu.

Octavia'nın burada olması hoş karşılanmıyordu ancak genç kız, babasının onayını almıştı. Corvuslar, her ne kadar müstakbel gelinlerinin önemsiz halkla karışmasından hoşnutsuz olmuş olsalar da Kral Markus, şaşırtıcı bir şekilde ağırlığını koymuş ve Octavia'yı serbest bırakmıştı.

Corvuslar ne düşünürse düşünsün, Kral Markus onlarla aynı fikirde olmadığı için Octavia memnundu. Octo halkının bu zor zamanında prenses, onların yanında olmalıydı.

Octolular, Unus'un düşüşünden sonra çok korkmuşlardı. Hildeswat Krallığı tarafından fark edilmemek için geceleri, kalın perdeler sıkıca kapatılmadan tek bir ışık yakılmıyordu. Gürültü çıkmaması için insanlar her şeyi sessizce halletmeye çalışıyorlardı ve üretim, büyük oranda durmuştu. Hildeswatlıların gelip evlerini yağmalamasından korkan Octolular, birbirleriyle konuşmuyorlardı bile artık. Her yere sükunet hakimdi.

Kral Markus, durumun geçici olduğunu söylemişti ama Hildeswat tarafından işgale uğramak, her zaman olan bir riskti. Unus'un da düşmesinden sonra Octolular, bir daha asla rahat olamayacaklarını hissediyorlardı. İşler belki zamanla normale dönerdi ancak kalplerine işleyen korku, asla silinmeyecekti.

Octavia, halka yardımcı olurken insanların korkularına, endişelerine birinci elden tanık oluyordu. En kötü durumda olanlar ise annelerdi. Octavia, çoğu zaman onları dalgın bir şekilde çocuklarına bakarken görüyordu. Çocuklar, neler olup bittiğinden habersiz oyun oynarlarken onları izleyen annelerin bakışları düşünceliydi. Sanki bir hata yapmışlardı da sessizce, kabullenmişlikle sonuçlarını izliyorlardı.

Bulutlar ArasındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin