Bölüm 8 - Davet

62 35 23
                                    

"Ah, Maksymilian."

Fransizka'nın gözleri yaşlanmıştı. Maksymilian ona döndüğünde, annesinin ne kadar duygulu olduğunu açıkça görebiliyordu.

"Ne oldu?" diye sordu, kayıtsız bir ses tonuyla.

Fransizka, oğluna doğru yaklaştı ve ona arkadan sarılıp başını omzuna koydu. Aynanın yansımasında kendilerini izliyorlardı.

"Çok yakışıklı oldun," dedi Fransizka, özlemle. "Küçük bebeğimin büyüyüp adam olacağını göreceğimi biliyordum ama... Bu kadarını düşünmemiştim."

Maksymilian, kendini süzdü. Annesinin abarttığı gibi olmadığını düşünüyordu. Bir kere koyu mor gözaltları hiç de çekici değildi. Hafifçe dışa kıvrık alt dudağı da... Buna teninin hastalıklı denecek kadar soluk olmasını da katabilirdi. Her açıdan sıradan bir erkekti işte.

"Saçmalama," dedi bakışlarını kaçırarak. "Annem olduğun için öyle söylüyorsun."

Fransizka güldü. "Ben erkeklerden anlarım, Maksym. Bir gün anlayacaksın. Seninle evlenecek kadın çok şanslı."

Evlilik sözcüğü geçtiğinde Maksymilian gergince kıpırdandı. Bunun için çok erkendi. Susmak, bunu geçiştirmek için en doğru yol olduğundan sessiz kaldı.

Annesi ise onu kolay kolay bırakacak gibi durmuyordu. Oğluna sarılmanın keyfini iyice çıkardı. Maksymilian, resmi üniformasının içindeydi ve görünüşe bakılırsa Fransizka, onun bu halini izlemekten çok zevk alıyordu. Simsiyah üniforma, Maksymilian'ın bedenine tam uyuyordu. Krem rengi pantolon, gencin kalçalarını sımsıkı sararken siyah ceketi, omuzlarını öne çıkarmıştı. Fransizka, ellerini altın düğmelerde gezdirdikten sonra apoletlere dokundu ve parmak uçlarında yükselerek oğlunun yanağını öptü.

"Anne," diye itiraz eden Maksymilian, huzursuzca kıpırdandı.

Fransizka, onu umursamayarak diğer yanağını da öptü. "Ben her şeyi unuttum," dedi neşeyle. "Bundan sonra sadece güzel şeyler olacak, Maksymilian, eminim buna. Şimdi odadan çık da hazırlanayım. Senin yanında soluk kalsam da elimden geleni yapacağım."

Maksymilian, olanları unutmayacaktı ancak gülümsedi ve annesinin elini öptükten sonra odadan çıktı. Dik durarak merdivenleri inerken ablasının kızı Marianne ile karşılaştı. Uzun, altın sarısı saçları sırtından aşağı salınan Marianne, üstünde beyaz bir elbiseyle, tablodan fırlamış gibi duran bir güzellikti. Maksymilian'ı, kapkara gözlerinde büyük bir merakla süzüyordu ve bir yandan da tırnaklarını yiyordu.

"Tırnaklarını yeme," dedi Maksymilian, sakin ama yüksek bir sesle. "Alışkanlık haline gelirse ellerin çirkinleşir."

Marianne, elini ağzından çekti. "Alışkanlık oldu zaten. Ellerim de çirkin."

"O zaman bırak da iyileşsinler," diyen Maksymilian, yeğeninin yanına gelmişti. "Annen nerede?"

Marianne, olduğu yerde hafifçe sallanarak annesinin çalışma odasını işaret etti. "Üzgün."

"Neden?"

"Bugün, babamla evlilik yıldönümleri."

Maksymilian, derin bir nefes alarak yeğeninin başını okşadıktan sonra salona geçti. Davetten döndüğünde Agatha'yı yoklasa iyi olurdu. Ablasını yalnız bırakmak istemiyordu. Agatha, kocasını gerçekten severek evlenmişti ve onun aniden yok oluşu, belli etmemeye çalışsa da onda büyük bir yıkım yaratmıştı. Maksymilian ise onun o sorumsuz adam için üzüldüğünü görmek istemiyordu.

Salona geldiğinde babasının da hazırlanmış olduğunu gördü. Rowland von Vogel, siyah takımının üzerine madalyalarını ve nişanını takmıştı. Hayli kalabalık bir görüntüydü. Erken emekli olmasına rağmen başarıları sıralamakla bitmiyordu. Babasıyla arası iyi olmasa da Maksymilian, ona bu konuda hayranlık duyuyordu. Rowland von Vogel, gerçek bir vatan kahramanıydı. Onu kıskançlıkla süzemeden edemedi.

Bulutlar ArasındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin