Bölüm 7 - Son Doğum Günü

46 36 21
                                    

Kütüphane soğuktu.

Octavia, konumuna saygı gösterileceği söylendiğinde bundan daha iyisini beklemişti fakat görünüşe göre onu buraya hapsedenler, genç kızın soğuktan ve açlıktan ölmesini umuyorlardı.

Bir bardak su için neler vermezdi...

Kütüphane'nin kulesi yıkık döküktü. Prensesi, içerideki en düzgün odaya almışlardı ama buranın da camı kırıktı, eski bir kitaptan koparılmış kağıt parçasıyla kapatılmaya çalışılan kırıktan içeri soğuk sızıyordu ve bu, Octavia'yı tir tir titretiyordu.

Genç kız, günlerce suçunu bilmeyerek burada tıkılı kalmıştı. Tüm bu süreç boyu, hesapta kral olan Markus, bir kez dahi yanına gelmemiş, nasıl olduğunu soracak birini bile yollamamıştı.

Octavia, ilk günler babasının geleceğini ummuştu lakin sonra...

Kirli yatakta uzanırken dizlerini iyice karnına çekti. Markus gelmeyecekti.

Oda, içini daha da karartmak istermişçesine siyah taşlarla örülmüştü. Kirli, tozlu bir yerdi. İçeride eski bir yatak, yırtık bir battaniye, tuvalet olarak kullanılan bir kap ve bir masa ile sandalye dışında hiçbir şey yoktu. Octavia, kafayı yiyecekti burada.

Octo'nun, prensesine reva görülen buydu. Kral bile kızına sahip çıkmazken başka ne olabilirdi ki? Octavia burada çürüyecekti.

En kötüsü ise suçunu bilmemekti.

"Prenses Octavia, Hildeswat Krallığı'na bilgi sızdırmaktan dolayı tutuklusunuz."

Bu cümlenin, Octavia için hiçbir mantığı yoktu. Hildeswat'a bilgi sızdırmasının yolu yoktu bir kere.  Ayrıca neden sızdırsındı ki? Ona bu suçu attığına inandığı Corvuslar, kalede pineklerken Octavia, bu şehrin halkı için bir karşılık beklemeden çalışıyordu.

Karşılığı bu oldu, diye düşündü. Herkesin ondan nefret ettiğine emindi artık. Sadece nefret edilen bir prenses değil, aynı zamanda bir vatan haini de olmuştu.

İroniye güldü. Boğazından yükselen, çatlak, sinir bozucu bir kahkahaydı.

Kahkahasını kesen, pencereden esen sert bir rüzgar oldu. Octavia, iliklerine kadar titrerken bunu hak etmediğini düşündü ve gözleri doldu. Ağlamak zayıflıktı ancak şu an, çevresinde kimse yokken ve bu kadar dibe batmışken kendini tutamıyordu.

Buradan bir çıkış olup olmadığını merak etti. Hayatının son durağı mıydı acaba? O kadar uzun süredir buradaydı ki bunun son olduğuna dair inancı giderek güçleniyordu. Karamsar olmaya yatkın biriydi ne de olsa.

Fırtınaların şiddetlendiği bir sabah, genç kız yine yırtık battaniyenin altına kıvrılmıştı. Kendini halsiz ve hasta hissediyordu. İki gündür, ot çorbasından başka bir şey yiyemiyordu ve çorba taze bile değildi.

Kapısı açıldığında bunun ayrımına bile varmadı. Artık titremiyordu bile. Yatakta bilinçsizce uzanmıştı.

"Ona böyle muamele edebileceğinizi kim söyledi, aptallar?! O sizin prensesiniz! Derhal düzgün bir yemek getirin buraya."

Octavia, güçlü kollar tarafından kaldırıldığını ve sarıldığını hissetti. Bu kişinin kim olduğunu göremeyecek kadar kendinden geçmişti ancak sesinden onun kim olduğunu tanıdı. Komutan Julius, kendisini buraya getiren kişi, idi bu adam.

Neler olup bittiğinin pek ayrımında değildi. Komutan Julius'un, pelerinini üstüne örttükten sonra onu kollarında taşıyarak aşağı indirdiğini hissetti. Ardından yüzüne soğuk çarptı. Dışarı çıkmış olmalılardı. Yağmur, Octavia'nın yüzüne değerken genç kız, Komutan Julius'a sıkı sıkı sarıldı.

Bulutlar ArasındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin