Bölüm 18 - Sophie

37 9 26
                                    

Derin bir nefes aldı. Bunu yapabilirdi.

Rütbeli askerlerle dolu odaya adım attığında titremesini bastırmak için fazlasıyla çaba sarf etmesi gerektiyse de bunu başarabilmişti.

Akademideki sınavlardan bir farkı yok, diye düşündü. Mülakatlardan hep tam puanla geçtin. Şimdi bunu da atlatabilirsin.

Attığı her adım, yüksek tavanlı, geniş salonda yankılanıyordu. Hildeswat'ın ilk kamu binalarından biriydi Adalet Sarayı. Beyaz duvarlarına kazınan her rölyefte, Hildeswat'ın kanlı tarihinden bir parça vardı. Bulutlar arasındaki şehirleri nasıl indirdikleri, isyanları nasıl bastırdıkları, şehirleri nasıl kurdukları...

Bunu yapanlar, Maksymilian'ın atalarıydı. Genç adam sıradan biri değildi. Bu savaşçı kanı onun damarlarında da akıyordu. Bir oda dolusu askeri rahatlıkla atlatabilirdi.

Kral Friedrich, soğukkanlılığını korumasını, onu izlediğini söylemişti.

Kafasını kaldırdı ve kubbeye yakın demir mazgala baktı. Oradaydı Friedrich. Maksymilian, onu göremese de varlığını hissedebiliyordu. Bu, onu daha da güçlendirdi.

Genç adamın kalbi kulaklarındaydı. Askeri mahkemeye çıkmıştı ne de olsa. Kurtuluşu kolay olmayacaktı.

Karşısında tanıdık yüzler vardı. Arwan, Albay Görring, General Wenckheim tanıdığı kimselerdi ve masada oturan diğer iki kişiyi Maksymilian ilk kez görüyordu.

Berthold Winkler ve Ulbrecht Stein.

Winkler yargıçtı. Stein ise...

Genç adam yutkundu. Ulbrecht Stein, orduda Wilhelm'i destekleyen az sayıda kişiden biriydi. Buraya gelmeden önce Kral, genç adamı Stein'a dikkat etmesi konusunda uyarmıştı.

"Bu, gerçek anlamıyla bir mahkeme değil," diye söze başladı Winkler. "Kralın özel ricası üzerine, halka açık, usule uygun bir mahkeme kurmadık ancak... Bu yine de yargılanmayacağın anlamına gelmiyor, Maksymilian Friedrich von Hofbauer."

Stein'in kaşları çatıldı. "Hofbauer?"

General Wenckheim, boğazını temizledi. "Ebeveynlerinin rızası alınarak soyadı değiştirildi. Ne de olsa artık veliaht prens..."

Stein'in yüzü seğirdi. "Senatonun onayı olmadan-"

Berthold Winkler, eliyle sertçe masaya vurdu. "Beyler, burada ne için toplandığımızı unutuyorsunuz!"

Derin bir sessizlik oluştu. Winkler, yüksek rütbesine rağmen Wenckheim'in bile çekindiği, korkutucu bir kişilikti. Askeri mahkemede kendi oğluna bile acımamış, onu çorak topraklara sürdürmüştü.

Maksymilian, tırnaklarını avcuna geçirdi. Kralın yeğeni olması burada kurtarmazdı onu.

Winkler, genç subaya döndü. "Neden burada olduğunu biliyorsun. Lafı uzatmayacağım zira bu işin hızlıca çözülmesi gerek. Bize neler olduğunu anlat. Boris Milošević'i neden öldürdün?"

Genç adam gözlerini kapattı. Boris'i neden öldürmüştü? Hatırlamaya çalıştı.

"Boris, Octo'ya indiğimiz andan itibaren şüpheli davranmaya başlamıştı," diye başladı savunmasına. "Başta bu davranışlarını anlamlandıramasa da ona güvendim ancak... Octavia Tarqunia'yı ele geçirdikten ve zepline yürümeye başladıktan sonra tarafını belli etti. Bizi zeplinin bulunduğu yönün tersine götürüyordu. Bunu fark ettiğimde önce Atria isimli, herhalde altı yedi yaşında olan bir kız çocuğunu öldürdü. Octavia, o kıza değer veriyordu. Bilmiyorum, belki de akrabasıydı. Atria'yı uçurumdan attıktan sonra silahını bana ve Octavia'ya doğrulttu. 'Maksymilian Friedrich von Vogel, kimseye güvenmemen gerektiğini öğrenmeliydin,' dedi bana. Onu öldürmekten başka çarem yoktu..."

Bulutlar ArasındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin