20/43

75 11 14
                                    

Onu özlemekten kendimi alamıyordum. Beraber geçirdiğimiz dakikalar sayılı olsa bile benim için değerleri öyle yüksekti ki... şimdi onsuz olmak kalbimi yakıyordu. Beni affetmesi için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ona kaba davranmayı asla istememiştim ama beni esir alan korkunun elime koluma bağladığı zincirleri kıramıyordum.

Ağrıyan şakaklarımı kuvvetle ovuşturdum. Düşüncelerimden kaçmak için ilgimi sınıftakilere yoğunlaştırdım. Hiçbirini doğru düzgün tanımıyordum. Son sene sınıfımı değiştirdiğim, çok fazla devamsızlık yaptığım ve yeni sınıfımda da kimseyle iletişim kurmadığım için onları unutmuş olmam doğaldı. Yine de bu durumdan derin bir üzüntü duyuyordum. Hayatım boyunca hatırlamaya değer tek arkadaş edinememiş olmam ne acıydı...

Lise yıllarımdayken okulda pek iyi bir şöhretim yoktu. Benden nefret ederlerdi. Partilere çağırılmazdım. Yemekhanede yanıma oturulmazdı. Kimse benimle sohbet etmezdi. Neden olduğunu hiç anlayamamıştım. Umrumda değilmiş gibi davransam da bu durum hep kalbimi kırmıştı.

"Sence de daha önemli sorunlarımız yok mu?" diye can sıkıcı bir soru yöneltti Bay Obdrova.

İç sesim beni görebilirmiş gibi başımı sallayarak onu gönülsüzce onaylamakla yetindim. Konuşasım yoktu. İçi boş bir kabuk gibiydim. Hiçbir şey yapmaya mecalim ya da isteğim kalmamıştı.

Dersler bitince ev yolu gözümde büyüdüğü için kantine gidip biraz oturmak istedim. Gayesiz bakışlarla masanın yüzeyini incelerken adım sesleri duyduğumda başımı kaldırdım... ve onu gördüm.

Yüreğim, suyun dışına çıkarılmış küçük bir balık gibi kıvranmaya başladı. Gözlerimin dolmasına engel olamadım.

Yüzünde soğuk bir ifadeyle yanıma geldi ve karşımdaki sandalyeye oturdu. Dakikalarca çıt çıkarmadan bekledik. Yüzüne dahi bakamıyordum. En sonunda bezginliğini dışa vuran derin bir nefes verdi.

"Parmağını kanatmışsın."

Sersemlemiş bir halde ona baktım. "Ne?"

"Parmağın," diye yineledi, "kanamış."

Farkında olmadan yolduğum parmağıma baktım. Ne zaman stresli olsam yapardım bunu. "He, şey, evet," diye ardı ardına sıraladım, "öyle olmuş."

Kısa bir süreliğine, anlamını çözemediğim bir bakışla beni inceledi. Sonra eli cebine uzandı ve cüzdanını çıkarttı. Cüzdanın içinden bir yara bandı alıp cüzdanı masanın üzerine bıraktı.

Ne yaptığını pek anlayamıyordum. Kafamın içinde on yedi sekme birden açılmış ve aynı anda bu kadar çok sekme açık olduğu için beynim hata vermiş gibiydi.

Kanattığım elime uzandığında dokunduğu yerler çiçek açtı. Parmağımı yara bandıyla sararken konuşmaya başladı. "Ne zaman gergin olsan parmaklarını yolup kanatıyorsun. Yapma. Sinirlendiğinde de yüzünü o kadar sert ovuşturuyorsun ki yanakların kızarıyor. Bunu da yapma. Üzüntü, sevinç, heyecan fark etmez... duyguların yüzeye çıktında kaçıp gidiyorsun. En çok da bunu yapma."

İşini bitirmesine rağmen hala parmaklarımda oyalanan eline baktım. Söylediklerinin üzerimde müthiş duygulandırıcı bir tesiri oldu. Biraz daha devam ederse hüngür hüngür ağlayacaktım.

"Ben şimdi gidiyorum." dedi ve elini çekti. "Suskunluğunu alt et ve bu kadar çok ağlama. Benden kaçma çabalarından sonuç alamayacağını da unutma. Yarın okul çıkışında görüşürüz."

Gitmeden önce, masanın üzerine beklemekten artık solmuş olan bir papatya bıraktı.

KISIR DÖNGÜ • malikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin