Karakola uğradık hızlıca. Az kişi olmamız iyi olurdu ama bu katilin neler yapabileceğini az çok hepimiz biliyorduk. Bu yüzden geriden bizi takip etmeleri için ekip istediğimizi söyledik Chan'a. Hava hafif kararmaya başladığında arabaya bindik. Çiçekçiye doğru sürmeye başladım. İki sokak arkasına park edip gecenin iyice çökmesini bekledik.
Belimdeki tabancayı elimle yokladım, yavaşça arabadan çıktık. Sokaklar sessizdi, saate baktım, 10'a geliyordu. Sakin adımlarla binanın oraya geldik. Hyunjin eliyle binanın arkasını gösterdi, kafamı salladım. Sokak lambalarından kaçınarak arka kısmına doğru ilerlemeye başladı. İkimiz de karanlıktaydık.
Hem beni hem arka pencereyi görebileceği bir konumda durdu. Ben de çiçekçi ve apartman girişini görebiliyordum. Beklemeye başladık. Çoğunlukla giriş-çıkış yerlerine bakıyor, bazen etrafımızı kontrol ediyorduk. Birbirimize bakmayı ihmal etmiyor, bir işaret bekliyorduk.
Hyunjin'in baktığı taraftan hafif bir ses geldiğinde hızla Hyunjin'e çevirdim bakışlarımı. Bir süre baktığı kısmı izledi ve bana bakmadan eliyle yanına çağıran bir işaret yaptı. Biraz hızlı ve sessiz adımlarla yanına geldim. İkimiz de konuşmuyorduk.
Hyunjin'in yanına geçince sırtını gördüğüm adam kesinlikle Liam'dı. Kafasına bir şapka takmıştı, eliyle öne çekiştirip duruyordu. Elinde iki poşet vardı. Biri kutu gibi görünüyor, diğeri şişeye benziyordu. Ama içindekilerden emin olmak mümkün değiildi çünkü poşetler siyahtı. Yavaşça arkasından ilerliyor ama saklanmayı ihmal etmiyorduk. Aslında aramız baya vardı. Ara sıra duruyor etrafına bakıyordu. Bu davranışları, tahminlerimizi doğruluyor gibiydi.
Bir süre böyle devam ettik. Sonra hafif kalabalık bir sokağa girdi. Burada bizi tanıması biraz daha zordu. Aramıza birçok insan girse de onu gözden kaçırmamayı başarmıştık. O sokaktaki bir binaya girdi. O girdikten birkaç dakika sonra yavaşça içeriye baktım. Sonra geri çekilip Hyunjin'in yanında durdum. "Üst kata çıkıyor." dedim yavaşça. Binanın önünde durmak yerine biraz uzaklaşmış bir köşeden binayı izliyorduk.
Fazla ilgi çekmesek de kenardaki büfeden gazete aldım. Yanına ilerleyip ilk sayfasını açtım. "Niye buraya geldi?" dedi sessizce. Bir şey söylemedim. "Sence... kurbanlarını almak için mi?" dedi gözlerini binadan ayırmazken. "Olasılığı yüksek." dedim yavaşça. Gözlerimi çoğunlukla binada tutuyor bazen etraftaki insanlara bakıyordum. Ama Hyunjin, gözünü ayırmıyordu apartmandan.
Bir süre sonra dışarıya çıktı ama bu sefer yanında iki kişi vardı. Bir kadın ve bir erkek. Gazeteyi kenarda duran bir banka bırakırken saatime baktım, 11'e geliyordu. Yine sessizce arkalarından ilerlemeye başladık. Kalabalıktan uzaklaştılar iyice. Liam'ın elindeki poşetler hâlâ duruyordu. Kadın ve adam el ele tutuşuyorlardı.
Bazen kadının tiz kahkahası sokakta yankılanıyordu. Gülüşüyor ve biraz yüksek sesle konuşuyorlardı. Biraz daha yürüdüğümüzde büyük görünen bir parka gelmiştik. Neredeyse hiç insan yoktu. Minik ağaçların ve güzel bir yeşilliğin olduğu bir yere ilerlediler. Şimdi kadının elindeki sepeti fark etmiştim. Kadın yavaşça sepetinden çıkardığı örtüyü yere serdi ve üzerine oturdu. Diğer ikisi de yavaşça oturdu.
Konuşmaları duymak için biraz yaklaştık, çok fazla değil. Arkalarındaki çalılıklara saklanmıştık, onları izliyorduk. "Hava ne kadar güzel." dedi abartılı bir ifade ile kadın. "Şarap güzel gider diye düşündüm." dedi Liam poşetten çıkardığı şişeyi gösterek. "Ne iyi düşünmüşsün." dedi adam. Hiçbir hareketi kaçırmamak için gözlerimi kırpmadan izliyordum resmen. Liam yavaşça şişeyi açtı, kadın üç tane kadeh ve ortaya birkaç yiyecek çıkardı. Liam şişeyi açtığında poşetten başka bir şey daha çıkardı ve şarabın içine döktü diğerlerine göstermeden. Beynime hızla gelen düşünce kanımın donmasını sağlamıştı. Hyunjin'in kolunu tuttum. "Baldıran zehri." dedim sessizce.
Kaşlarını kaldırdı, "Gidelim." dedi elini tabancasına atarak. Derin bir nefes aldım, ekipten gördüğümüz birkaçına gittiğimizi belirten bir el işareti yaptım. Silahı doğrultarak yanlarına ilerledik. Sağdan ben, soldan Hyun ilerledi. Silahın horozunu geriye çektiğimin sesini duyduklarında üçünün de bakışları bir bana bir Hyunjin'e gitti.
"Eller yukarı!" dedim biraz yüksek. "Kadın ve adam korkuyla ellerini kaldırmışlardı. "Ne duruyorsun!" dedi Hyunjin sinirle. "Ellerini kaldır!" diye devam etti. Liam dudağındaki yarım sırıtışla ellerini kaldırdı. "Acaba neden?" dedi tuhaf bir ifadeyle. O sırada ekiptekiler sistemli bir şekilde yanımıza geldiklerinde kadını ve adamı kelepçelediler, zaten pek zorluk çıkarmamışlardı. Sıra Liam'a geldiğinde kendini tutan iki adamdan birine dirsek attı. Silahı tam olarak kafasına hizaladım. Nefesim hızlanıyordu. Sonra diğer bir adam üzerine doğru atıldığında onu tutmayı başardılar. Liam'ın ellerindeki kelepçe sesini duyduğumda hızla silahı belime yerleştirdim ve derin bir nefes aldım. Ağzı açık olan şarap şişesine ilerledim ve tıpasını geri taktım. Kesinlikle incelenmesi gerekiyordu. Diğer poşeti de aldım.
Biraz bekledikten sonra gelen arabaya bindirdiler, biz de başka bir araca bindik. Karakola doğru gidiyorduk. İçimde tuhaf bir rahatlama vardı. Karakola vardığımızda saat 12'yi geçiyordu. Bizim emrimizle Liam'ı sorgu odasına götürüyorlardı. Diğer ikisi kenarda ellerindeki kelepçelerle bekliyordu.
Liam'ın arkasındaydık ama yüz ifadesini nedense tahmin edebiliyordum. Yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı sanki. Jeongin ve Felix ne olduğunu anlamak için ortak alandan koridora doğru kafalarını çıkardıklarında yavaşça onu izlediler. Arkalarından sorgu odasına adımladık. Felix yanımıza geldi. "Adam niye gülümsüyordu?" dedi şaşkın gözleriyle. "O öyle." dedi Hyunjin bıkkınca.
Sorgu odasına girdiğimde siyah camdan onu izledim bir süre. Polisler kelepçesini masaya birleşik olan demir parçasına sabitlemişlerdi. Sonra da dışarıya çıktılar. İçeriye bizimkiler geldi. Han'ı gördüğümde yanına ilerledim. "Bunun incelenmesi lazım." dedim elimdeki kırmızı şarap şişesini uzatırken. "İçinde baldıran zehri olduğunu düşünüyoruz." diye kısa bir açıklama yaptım. Hemen kafasını salladı.
Gözlerimi biraz diğerlerinde gezdirdikten sonra siyah camın önünde duran masaya poşeti koydum. İçindekini çıkardım, ahşap bir kutuydu ve fazla büyük değildi. Yavaşça içini açtım... mor sümbüller vardı, tazecik mor sümbüller. Gördüğüm şeyle hafif gerilerken Chan, "Vay be." dedi fısıldar gibi. "Gerçekten katili buldunuz." dedi Minho şaşkınca.
Bir süre sonra gözlerini cama, yani bize dikmiş Liam'ı gördük. "Kim içeri giriyor?" dedi Chan. "Kesinlikle ben. Eleanor'u onunla yalnız bırakmam." dedi Hyunjin, Minho'nun acelece topladığı dosyayı aldı ve Liam'ın olduğu odanın kapısına adımladı. Chan kafasını sallamış, sandalyesine oturmuştu. "Hyun." dedim kısık çıkan sesimle. Eli kapı kolundayken bana döndü hemen. "Fazla sinirlenme." dedim yavaşça. Tatlıca gülümsedi bana ve kapıyı açıp içeri girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Kelebek [hhj]
Fanfiction"Daha tanışamadık." dedi, gözlerini gözlerime dikerken. Elini uzattı bana ve dudaklarını araladı. "Ben Dedektif Hyunjin, Hwang Hyunjin." Dedektif #2 Hwanghyunjin #1