Dosyayı açıp Thomas'ın fotoğrafına baktım dikkatle. "Özellikle bir çalışan öldürdü." dedim Hyunjin'e dönerken. "Neden?" dedi kaşlarını kaldırarak. "Başka nasıl gizlediği kelimeleri bulabilirdik?" dedim yavaşça. "Haklısın." dedi kaşlarını çatarak. Sonra gözlerini açtı büyükçe. "İçeriye girdi, bir kafe çalışanı öldürmek istiyordu... belki de kafeyi kapatması gereken kişi Thomas'tı." dedi hızlıca. Hemen kafamı salladım, demek istediğimi anlamıştı.
"Çünkü kafenin güllü çayı ve kalbinde olan gül yaprağı ile bağlantı kurmak istedi. Sen o yüzden güllü çayı öğrendiğinde hemen çay kavanozlarının oraya gittin. Bir şeyler arıyordun çünkü." dedi hafif gülümserken. "Ve o izi de bulduk." diye devam etti ve kafasını yazdığım kelimeye kaldırdı. "Yapbozun ilk parçası." dedim kendi kendime.
Bir sayfa daha çevirdiğimde kim olduklarını anlamaya çalışıyordum. "Kafedeki diğer çalışanlar, burada hiç tanıdığı yok Thomas'ın." dedi yavaşça Minho. Hemen kafa salladım. "Hadi gidelim." dedi Hyunjin. İçeriye gidip üzerime paltomu aldım ve dışarıya adımladık.
Yürüme mesafesinde olan kafeye geldik ve dışarıda bekleyen bir grupla karşılaştık, gördüğüm fotoğraflardakilere benziyordu. Kafamla kenarda duran grubu işaret ettim, Hyunjin'e. Gözlerini kıstı ve yine ilerlemeye başladık. "Merhabalar." dedi Hyunjin yavaş bir sesle. 3 kadın ve 2 erkek vardı. "Merhaba." dedi içlerinden biri.
"Biz Thomas'ın cinayeti üzerinde çalışıyoruz. Onun hakkında ne biliyordunuz?" dedi yine sakin sesiyle. "Okul için para biriktiriyordu, burada okumak istiyormuş. Biz de kafede çalışıyorduk, aramızdan en iyisi olabilir belki de, yetenekliydi." dedi kenardaki küt saçlı kız. "Kafeyi kapatmak için dün onun günüydü." dedi kafasını eğerek konuşan ve diğerlerinden daha genç görünen çocuk.
"Bilmiyorum, yani eğer... eğer başka biri kafeyi kapatacak olsaydı o mu ölecekti?" dedi hızla diğer adam. Hyunjin gülümsedi gergince, "Bunu bilemeyiz." dedi yavaşça. "Güllü çay hakkında ne söyleyebilirsiniz?" dedim sakince. Sarı saçlı kız "Yani, çok fazla alıcısı vardı. Çoğunlukla Thomas hazırlardı, insanlar Thomas'ı çok severdi." dedi üzgünce.
Kafamı salladım yavaşça, fazla bilgi yoktu elimizde. Çalışanlardan herhangi birinin şüpheli olduğunu da düşünmüyordum. Sıkkınca Hyunjin'e döndüm. O da benim gibiydi. "Gidelim." dedim yavaşça. Gözlerime baktı ve içeriye girdik.
Kafedeki polislere "Yeni bir gelişme var mı?" diye sordu Hyunjin. Herkes kafasını olumsuz anşamda sallarken biraz daha içim sıkıldı. Kafenin önünde bir araba durdu, istemsizce gözlerim oraya kaydı. İçinden hafif tombul ve göbekli bir adam indi telaşla. Sarı şeritleri görmezden gelerek hızla adımladı ve kafenin içine girdi.
"Ah! Tanrım! İnanamıyorum, güzel kafem." dedi söylenerek. Alnı terliydi, bir polis yavaşça önüne geçti. "Bayım, lütfen dışarıda bekleyin, burası olay yeri." dedi kapıyı gösterirken. "Olay yeriymiş! Mülk benim!" dedi sinirle. Bu hareketleri yüzümü buruştururken polis onunla sakince konuşmaya devam etti.
Hyunjin adama doğru ilerleyince istemeyerekte olsa arkasından adımladım. "Merhabalar." dedi Hyunjin elini adama uzatırken. Adam sanki konuşabileceği birini bulmuş gibi sevinirken Hyunjin'in elini sıktı. Yavaşça Hyunjin'in arkasına saklandım, bu adamı sevmemiştim. "Merhaba, dedektif Hwang değil mi?" dedi heyecanla. Hyunjin kafasını sallarken kenara çekilip benim görünmemi sağladı. "O da ortağım, dedektif Eleanor." dedi beni göstererek.
Gergince gülümseyip elimi uzattım. Elimi sıkarken hızla kafasını salladı. "Thomas hakkında ne biliyordunuz?" dedi Hyunjin. "Ah, zavallı çocuk! Çok iyi bir çalışandı, para biriktirmeye çalışıyordu. Öldüğüne inanamıyorum." dedi hafif üzülerek. Hayır... bu adam da şüpheli değildi.
Hyunjin adamla konuşmaya devam ederken yavaşça dün gece baktığım tezgah bölümüne geçtim. Diğer kavanozlarda gezdirdim gözlerimi, farklı bir şey yoktu. Kenarda duran temiz beyaz eldivenleri elime geçirip üzerinde 'Güller' yazan kavanozu elime aldım. Kapağını açıp içindeki kurumuş gülleri tezgaha döktüm.
İçinden hiçbir şey çıkmamıştı... Diğer üç kavanoza da aynı şeyleri uyguladım. Anlık mantıklı gelen fikir işe yaramamıştı. Onların içinde de farklı bir şey yoktu. Üzerlerinde parmak izi de bulamamışlardı. Gözlerimi kapattım, acaba pek uyuyamadığım için mi düşünemiyordum?
"Uyuyor musun?" dedi Hyunjin'in eğlenceli sesi. Gözlerimi açıp ona diktim bakışlarımı. Tam önümdeydi, "Adam fazla bir şey bilmiyor." dedi yavaşça. Kafamı salladım, "Kavanozların içinden de bir şey çıkmadı, bir an mantıklı gelmişti." dedim söylenerek.
Kapının açıldığını belirten o minik zil sesi geldiğinde kafamı o tarafa çevirdim. Bangchan gelmişti, gözlerini hızla etrafta gezdirirken bizi görünce hemen yanımıza adımladı. Kendisine selam veren birkaç polise geri selam verdi. "Gelişme var mı?" dedi kaşlarını kaldırarak. İkimiz de kafamızı salladık. Derin bir nefes verdi. "Niye gidip biraz dinlenmiyorsunuz?" dedi yavaşça.
"Çok mu kötü görünüyoruz?" dedi Hyunjin kafasını yana eğerek. "Yani..." dedi Bangchan biraz tedirgince. Gülümsedim bu konuşmaya, "Tamam, önemli bir şey olursa ararsın zaten." dedim yavaşça. "Eleanor, evine telefon al." dedi Bangchan hemen. "Hyunjin de var, o kapımı yumruklayarak bana haber verir." dedim gülerek. Bangchan, Hyunjin'e kötü bakışlar gönderirken aralarından geçtim. "Hadi, gidelim." dedim kelimeleri uzatarak.
Daireye girdiğimde gerçekten çok yorgun hissediyordum. Zaten akşama yaklaşıyordu vakit, koltuğa yattım ve uykuya teslim oldum. Yavaşça gözlerimi açtığımda saat 11'i geçiyordu. Yattığım koltukta oturur pozisyona geldim. Başımı ellerim arasına alıp biraz bekledikten sonra ayağa kalktım ve birkaç şey atıştırıp mide bulantımı durdurdum.
Kendimi zorlayarak güzel bir duş aldım ve rahat kıyafetler giydim. Gece yarısını gösteriyordu saat. Saçlarımı kurutmaya çalıştım iyice. Cinayetin aklımdan çıktığı bir saniye bile yoktu, balkona doğru ilerledim yavaşça, benim odamdan açılıyordu. Soğuk havayı ciğerlerime çekerken daha iyi hissediyordum. Siyah demir korkuluklara kolumu yaslayarak dışarıyı izlemeye başladım.
Rüzgar saçlarımı önüme düşürürken elimle kulağımın arkasına sıkıştırıyordum. O sırada kalın bir ses duydum sağdan. "Böyle üşütürsün." dedi yavaşça. Kafamı hemen sağa çevirdim, Hyunjin de balkonundaydı. Sakince oturuyordu, elinde bir kitap vardı. Gülümsediğini gördüm biraz dikkatli bakınca. "Bu sefer gerçekten üşütürsün ve ateşin çıkar." dedi muzipçe. Dudaklarıma gülümseme yayılırken sağa doğru ilerledim ve ona bakmaya başladım.
"Uyuyamadın mı?" dedim sakince. "Sayılır." dedi kitabını kapatıp ayağa kalkarken. "Peki ya sen?" dedi balkonun ucuna gelirken. "Yeni uyandım." dedim gülümserken. "Biraz uyumalısın." diye ekledim sonrasında. Kafasını salladı yavaşça, huzursuz görünüyordu. Gözlerini karanlık gökyüzüne dikti. Bir yıldız bile yoktu şimdi gökte. Görebildiğim kadarıyla gözleri de öyleydi, yıldızsızdı.
O saniyeler çok uzun geldi, gözlerini benden çektiği an yavaşlıyordu hayat. Yine benimle birleştiğinde her şey hayat kazanıyordu sanki. Ben hayatta hissediyordum, yaşıyordum. Yavaşça bana baktı ve yutkundu, ortam biraz tuhaf olsa da şikayetçi değildim. Gözleri yine bendeydi çünkü.
Biraz orada sohbet ettik, öylece, balkondan balkona. Onun ısrarlarıyla üzerime hırka aldım. Kahkaha attığımızda birbirimizi susturmaya çalışıyorduk. Diğer binalardaki insanları rahatsız etmeyi istemezdik ama bu gerçekten çok zordu.
Bir ara yağmur çiselemeye başladı ve hızlandıkça hızlandı. Yağmuru izlemek çok güzeldi, kokusu hoştu. Arada ellerimi balkondan uzatıp elime, parmaklarıma düşen damlaları izliyordum. Ve yağmur aniden başladığı gibi aniden durdu. İkimizin ilgisi de yine birbirimize döndü, konuşmaya ve gülmeye devam ettik, iyi geliyordu.
Sonra telefonu çaldı bir anda. İkimiz de kaşlarımızı çatmış bakıyorduk sesin geldiği yere. Hemen içeriye gitti, merakla ve biraz da korkuyla ne olduğunu öğrenmek için bekliyordum. Nefes nefese geri geldi balkona. "Hazırlan hemen, çıkıyoruz." dedi. Dudaklarım aralanırken ikimiz de hızla dairelerimize girdik.
Hızlıca hazırlanıp hemen kapının önüne çıktım. Hyunjin'i bekledim çok kısa bir süre. Dışarı çıktığında "Ne oldu?" dedim hızla. "Bangchan aradı, bir cinayet daha... saat yine 2'yi geçiyor." dedi yutkunurken. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken neyi ima ettiğini anlamıştım. Yani... elimizde bir seri katil mi vardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Kelebek [hhj]
Fanfiction"Daha tanışamadık." dedi, gözlerini gözlerime dikerken. Elini uzattı bana ve dudaklarını araladı. "Ben Dedektif Hyunjin, Hwang Hyunjin." Dedektif #2 Hwanghyunjin #1