Sabah güzelce bir banyo yapıp havluma sarındıktan sonra, kıyafetlerimi dizmeye başladım eski dolaba. Bavulum büyüktü, içinde kıyafetlerim, kitaplarım ve birkaç tane resim vardı. Kitap ve diğer şeyleri şimdilik içinde bıraktım. Onlarla işim bittikten sonra giyindim.
Üzerime beyaz bir gömlek ve onun üzerine de güzel, siyah bir kumaş pantolon giydim. Üzerime kahverengi paltomu da aldım. Siyah topuklularımı ve kahve omuz çantamı da alıp dış kapıya adımladım. Bir yerlerde kahvaltı yapardım herhalde, şimdi evde yiyecek hiçbir şey yoktu.
Kapıyı açtım ve ayakkabılarımı yere koydum, tam karşımda diğer dairenin kapısı vardı, burası demekki iki daireden oluşuyordu sadece, orası 1 numaraydı.
Ayakkabılarımı giymeye çalışırken karşıdaki kapı aralandı ve bir adam çıktı... Tanrım! Gerçekten... hayat benimle dalga mı geçiyordu?
Bakışları bana döndü, yüzümü buruşturduğumu o zaman fark ettim. "Siz," dedi bir parmağını bana doğru dikerken. Sinirlenmemem lazımdı. "Akşamki kadınsınız."
Gözlerimi devirmeden edemedim. Aynı onun gibi parmağımı kaldırıp, ona "Siz," dedim "Akşamki kaba adamsınız."
Güldü eğlenerek, gerçekten sabrımı sınıyordu. "Kaba mı?" dedi gülmekten olmuş gözyaşlarını silerken. Resmen çok eğlenmişti!
Yüzümün ifadesizliğini görünce durdu. Biraz daha bana baktıktan sonra gülümsedi. Ayakkabılarını giyip kapısını kilitlemek için arkasını döndü. Ben de aynısını yapıp arkamı döndüm, anahtarı iki kez çevirdim.
Ensemde hissettiğim sıcak nefesle irkildim. "Kahve içelim." dedi çok sakin ve derin bir sesle.
Hızla arkamı döndüğümde, yüzlerimiz birbirine çok yakındı. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" dedim yavaşça, gözlerini gözlerimden ayırmıyordu, ben de inatla çekmiyordum bakışlarımı.
Yolu kapattığı için geçemiyordum. Soruya benzer cümlesini görmezden gelerek "Çekilin, lütfen." dedim sakince. Oysaki bu güzel suratına, çantamı yapıştırmak istiyordum sadece.
Biraz daha bekledi sonra kafasını sallayarak geriye çekildi ve ben önümden çekildiği gibi hızla dış kapıya yöneldim, ayakkabılarımın sesi, tek sesti apartmandaki. Hızlı bir şekilde yürümeye başlamıştım sokaklarda. Karakola geldiğimde yavaşladım.
Ortak alana girip odama doğru ilerledim. Kapıyı kapatıp paltomu çıkardım ve askılığa astım. Yavaşça masama oturup derin bir nefes aldım, o adamla komşu olma ihtimalimiz yüzde kaçtı ki gerçekten? Kaderin benim için beklemediğim oyunları vardı.
Yapacak hiçbir şeyim yoktu resmen, Bangchan, 'Vakaları ben sana vereceğim.' dediği için bekliyordum öylece. Karnımın guruldamasıyla zihnim dağıldı. Ayaklanıp yemekhaneye yürüdüm. Kahve ve kremalı ekmek istedim.
Oradaki masalardan birine oturup elimdeki ekmeği yemeye başladım. Karşımdaki sandalyenin hareket etmesiyle daldığımın noktadan gözlerimi ona çıkardım.
"Günaydın." dedi tatlıca. Gülümsetti bu beni. "Günaydın, Bay Felix." dedim. Aniden aklına bir şey gelmiş gibi "Sadece Felix diyebilirsiniz." dedi, gülümsedim ve eğilerek "Bana da Eleanor diyin o zaman." dedim, gülümsedi güzelce.
Ben kahvemden bir yudum alırken "Nasıl gidiyor?" dedi. Kafamı salladım "Yapacak pek bir şeyim yok, bu yüzden sıkılıyorum." dedim dudak büzerek. O da kahvesinden bir yudum aldı. Kıkırdarken konuştu "Keşke benim de canım sıkılsa biraz." dedi şirince.
Biraz daha konuştuktan sonra Felix bir kahve daha alırken dışarı adımladık. Onu biri çağırdı, acelece bana dönüp "Bunu Bangchan amirime götürebilir misin?" dedi elime tutuştururken aldığı kahve bardağını. Sonra da arkasını dönüp hızla ilerlemeye başladı. Bu sebeple de olsa Bangchan'ı görmenin iyi olacağını düşünüp odasına doğru yürüdüm gülümserken.
Tam kapısını tıklatacaktım ki içeriden yükselen sesler beni durdurdu. Koridorda olanların gözü bir anda kapıya ve eli havada kalmış bana dikildi.
"Sana o odadaki masa neyin nesi dedim!" dedi sinirli biri ve aynı ses devam etti bağırarak. "Sana diyorum ki ben kimseyle çalışmam!"
Sonra Bangchan'a ait olduğunu düşündüğüm ses bağırdı bu sefer. "Tek başına zorlanıyorsun işte! Sana bir partnerin olacak diyorsam olacak!" Az önceki konuşan, acaba... o masanın sahibi miydi? Sanki daha önce duymuşum gibiydi sesi... hayır kafamda kuruyordum, burada tanıdığım kimse yoktu.
"Ben," dedi o ses bıkkınca "Tek çalıştım bunca zaman!" diye devam etti, sona doğru yine sesi yükselmişti.
Yutkundum, havada kalan elimi kapıyı tıklatmadan kapı koluna indirdim ve çevirip açtım. Bangchan kafasını bana döndürdü, kaşları havalandı hafifçe ama diğer ayakta, arkası dönük olam adam bana dönmedi ve bakmadı bile.
"Bak," dedi sakin olmaya çalışan bir sesle Bangchan. Yanıma doğru ilerledi ve bardağı elimden alırken kolunu omzuma attı. "Partnerin geldi bile."
Bana arkası dönük olan beden kafasını çevirdi yavaşça. Omzunun üstünden bana bakıyordu.
Gözlerimiz kesiştiği anda... kaderimin ikinci kahkahası geldi kulaklarıma. Bu neydi şimdi? Kaşları havalandı biraz, şaşırdığı belliydi ama sonra eski ifadesiz hâline döndü karşımdaki adam.
Bangchan bana dönüp "Ne güzel görünüyorsun." dedi, bakışlarımı ona değdirmedim. Hâlâ karşımdakiyle göz gözeydim çünkü.
Daha ismini bilmediğim bu yabancı dudaklarını araladı. "Aynı dün gece olduğu gibi." dedi yarım bir gülümsemeyle.
Bu adam beni gerçekten delirtecekti!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Kelebek [hhj]
Fanfiction"Daha tanışamadık." dedi, gözlerini gözlerime dikerken. Elini uzattı bana ve dudaklarını araladı. "Ben Dedektif Hyunjin, Hwang Hyunjin." Dedektif #2 Hwanghyunjin #1