Kapıya yaslandım bir süre. Bu dejavu hissini yaşarken sakinleşmeye çalışıyordum. Yavaşça ayrıldım ve odama çıktım. Üzerimdekilerden kurtulup rahat bir şeyler giydim. Biraz tereddütle evden çıkıp kapıyı kilitledim ve onun dairesinin kapısını tıklattım.
Anında kapıyı açtığında içeri geçmem için kenara çekildi. Üzerinde düğmeli pijamaları vardı, saçlarını geriye atmıştı. Evine ilk gelişim falan değildi, bu geçen sürede birçok kez birbirimize gitmiştik. Ama tuhaf bir heyecan vardı içimde. Salonu aydınlatan tek ışık üçlü koltuğun yanındaki uzun lambaderdi, ortama loş bir hava katıyordu.
Mutfağa geçip bir bardak su doldurdum kendime. Salona doğru döndüğümde ayakta bekliyordu. Bu haline gülümsemeden edemedim. Bardağı tezgaha koyarken ona döndüm yeniden. "Kendi evindeymiş gibi rahat ol." dedim. Gözlerini üzerime dikip gülmeye başladı, ben de ona katıldım.
Üçlü kahverengi koltuğun kenarına oturduğumda yanıma ilerledi. Kendinde gibi değildi, gerçekten uykusuz kalmasının belirtilerini gösteriyordu. "Niye hiç uyuyamadın?" dedim ilgiyle. "Bilmiyorum, huzursuzdum işte." dedi elleriyle oynarken. Saçlarımı sıkan tokayı çıkardım ve saçlarımı düzeltmeye çalıştım biraz.
Onu izlerken bana kaçamak bir bakış attı. Yavaşça kafasını yaklaştırdı ve tamamen vücudunu koltuğa çıkardı. Kafasını dizlerime koydu, önüne doğru bakıyordu gözleri. Yutkundum bu hareketine. Dizlerini kendine çekerek yattığı yerde daha rahat bir pozisyon aldı. Hyunjin... dizlerimde yatıyordu. Ellerimi nereye koyacağımı bilemiyordum.
Gözleri kapalıyken bir süre sonra kafasını bana çevirerek çattığı kaşlarıyla gözlerini açtı. Havada duran elimi alıp saçlarına götürdü ve yine kafasını çevirip huzurluca gözlerini kapattı. Bu hareketine gülümserken yumuşak saç tutamlarında parmaklarımı gezdirmeye başladım.
Gerçekten çok huzurlu ve sakin görünüyordu. Bir süre sonra iyice mayıştığını ve neredeyse uyuyacağını hissettim. Hareketlerimi daha da yavaşlatırken yanımızda açık olan lambaderin düğmesini bulup kapattım. Artık etraf çok karanlıktı ve onun derin nefes sesleri odayı dolduruyordu. Evi onun gibi kokuyordu, her şey beni de rahat bir uykuya çekerken buna karşı koymadım. Kendimi huzurla dolu bir uykuya bıraktım.
Çok güzel bir kahve kokusu beni uyandırırken yavaşça gözlerimi araladım. Etraf aydınlıktı ve güneş ışıklarını etrafa saçıyordu sakince. Demek çoktan sabah olmuştu. Kafamı yastıktan kaldırıp oturur pozisyona geldim. Ne ara yatmıştım ben? Ben doğrulurken üzerimdeki örtü hafifçe kaydı. Üzerimi mi örtmüştü? Etrafta gezdirdim gözlerimi ve mutfağa sabitledim. Hyunjin'in arkası dönüktü ve minik bir şarkı mırıldanıyordu kesik kesik.
Yavaşça ayağa kalktım gözlerimi ovuşturarak. "Hyun?" dedim mutfağa ilerlerken. Hızla arkasını dönüp bana baktı. "Günaydın." dedi tatlıca gülümserken. Yanıma adımlayıp saçlarımı okşadı, yani daha çok düzeltmişti sanırım. "Sabah saçın güzelmiş." dedi kıkırdarken. Yüzümdeki gülümseme büyürken orta sehpaya bıraktığım tokayı alıp hızlıca topuz yaptım.
Dilimlediği ekmeklerin olduğu tabağı alıp kenardaki masaya ilerlemeye başladı. Masaya baktığımda gülümsemem daha da büyümüştü. İki kahve bardağı vardı, üzerlerinden hâlâ sıcak olduğu belli eden dumanlar çıkıyordu. İki tabak karşılıklı konulmuştu. Ortada reçeller ve peynirler vardı. Minik ve tatlı bir kahvaltı masasıydı.
Yavaşça oraya doğru adımladım. 'Tın' sesi geldiğinde gözlerim yeniden mutfağa sabitlendi. Hızla tost makinesine ilerleyip kapağını kaldırdı. İki tostu çapraz bir şekilde ikiye bölüp dört parça olmasını sağladı. Tabağa yerleştirip masaya bıraktı. Memnun bir ifade ile masaya bakarak sandalyesine oturdu. Sonra hızlıca bana kaldırdı bakışlarını. Eliyle önündeki sandalyeyi işaret etti gülümseyerek.
Hemen sözünü dinleyip sandalyeye oturdum, uykum açılmıştı ve iyi hissediyordum. Güzelce hazırladığı kahvaltıdan yapıp büyük bir zevkle kahvemi yudumladım. "Güzel uyudum." dedi tatlıca. Gülümsedim, 3 veya 4 saatlik uyku için güzel diyordu.
Biraz konuştuk, gündelik şeylerden bahsettik, bolca güldük. Onunlayken eğlenebiliyordum. Tanrım! Kahvaltı bile hazırlamıştı resmen. Bunu düşünüp gülümsemeden edemiyordum zaten.
O ikinci kez kahve bardaklarımızı doldururken, ben de masadakileri topladım yavaşça. Koltuğa oturup dizlerimi kendime çektim, karşımdaki koltuğa oturmadan önce elindeki kupayı bana uzattı. Kupaya uzandım, tenlerimiz birbirine değdiğinde ve gözlerini derince üzerimde hissettiğimde anlık bir sıcaklık doldu içime. Bir süre sonra tatlıca gülümseyip geri çekildi ve karşımdaki tekli koltuğa oturdu.
"Şimdi," dedi ve kahvesinden bir yudum aldı yavaşça. Devam etmesini bekledim usulca. "Elimizde neler var?" dedi kaşlarını çatarak. En azından biraz uyuduğumuz ve karnımızı doyurduğumuza göre güzelce düşünme vaktiydi.
Gözlerimi ortadaki masaya sabitledim. "Kırmızı gül yaprağı var, mor menekşeler var, çiçeklerin ölümü ile alakalı bir şiir var..." dedim kaşlarımı çatarak. "Bu şiire uygun insanları öldüren bir katil var." dedi yavaşça. Aklıma gelen düşünceyle hemen ona kaldırdım bakışlarımı. "Çiçekler tazeydi?" dedim biraz soru dolu.
"Doğru... yani düşündüğümüzde bunları yetiştiriyor ya da alıyor olması lazım." dedi ve bir anda kocaman gözleriyle bana döndü. "Bir yerden alamaz ki Eleanor!" dedi heyecanla. "Gece yarısı, nerede bulacak açık çiçek dükkanı?" dedi hızla. Kaşlarım havalanmıştı, adım adım yaklaşıyoruz gibi hissediyordum.
"Tamam, kendisi yetiştiriyor. Hem güzel ve bakımlı çiçekler hem de elimizde bir de baldıran var." dedim yavaşça. "Ve düşünsene, bu katil 10 tane kurban mı bulacak kendine yani?" dedim anlamayarak. Kafasını salladı yavaşça, "2'sini buldu bile." dedi sakince. Yüzümü buruşturmadan edemedim.
"Bir amacı var, şiiri tamamlamak." dedi kaşlarını çatıp. "Ama asıl amacını yani neden yaptığını bilmiyoruz hâlâ?" dedi yeniden bana dikerken bakışlarını. Şiiri yeniden hatırlamaya çalıştım. 'Ve en sonunda seni zambaklar yeniden doğurdu.' diye geçirdim aklımdan. "Kesinlikle duygusal bir katil." dedim yavaşça. Kafasını olumlu anlamda salladı.
"Biliyor musun? Fleur, Fransızca Çiçek demek." dedim sakince. "Bu o şiiri yazan kadının soyadıydı değil mi?" dedi ve alaycı bir gülümseme yerleşti dudaklarına. "Ne kadar manidar." diye söylendi kendi kendine. Sakince yeniden düşünmeye çalıştım. Saate baktım yavaşça, 7'yi geçiyordu. "Kahvaltı için teşekkür ederim." dedim tatlıca. Kahvem bitmişti, bardağı mutfak tezgahına koydum. "Her zaman." diyerek gülümsetti beni.
"8'de buluşalım beraber gideriz." dedi, ben kapıya geçerken. Kafamı salladım ve evden çıktım. Kendi daireme ilerleyip kilidi açtım. "Görüşürüz." dedim yavaşça. Gülümseyerek "Görüşürüz." dedi ve kapıya kafasını yaslayarak izlemeye başladı.
İçeri girdim yavaş hareketlerle. Krem rahat bir kazak ve kahverengi kumaş pantolon giydim. Saçlarımı fazla sıkı olmayan bir şekilde topladım. Biraz etrafı topladıktan sonra koyu kahve paltomu giyinip hızlıca çantamı aldım yanıma. Dışarıya çıkıp kapıyı kilitledim. Arkamdaki kapının açılma sesi geldiğinde yavaşça ona döndüm.
Saçlarını toplamıştı ama arkasındaki saçlar tam olarak toplanmamış ensesini kapatmıştı. Beyaz bir gömlek ve üzerinde de koyu yeşil bir süveter giymişti. Siyah kumaş pantolonu güzelce ütülenmişti. Siyah paltosu üzerindeydi. "Gidelim hadi." dedi yavaşça.
Vakayı aldığımız ilk zamana göre ikimiz de çok daha rahattık. Bir şekilde daha fazla yol katetmiştik ve daha çok yapboz parçası birleştirmiştik. Karakola yürürken sessizdik. İçeriye girdiğimizde hızlıca odaya adımlayıp paltomu çıkardım. İşte, yine uzun bir güne başlıyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Kelebek [hhj]
Fanfic"Daha tanışamadık." dedi, gözlerini gözlerime dikerken. Elini uzattı bana ve dudaklarını araladı. "Ben Dedektif Hyunjin, Hwang Hyunjin." Dedektif #2 Hwanghyunjin #1