Bir kısımda Ziya Gökalp'in 'Turan' şiirinden kısa bir kıtayı kullandım, onların yaşadığı yıldan değildi ama kullanmak istedim...
"Tövbe estağfurullah..."
Uğur abinin sesi huzurlu uykumun içine karabasan gibi çökerken mırıldanarak sıcak bedene biraz daha sokuldum. İçerisi resmen buz gibiydi. Yorganı biraz daha üzerime çekmeye çalıştım.
"Bu değişik nasıl reisin yatağına girmiş." Fuat abinin gülüşü ile gözlerimi hafifçe araladım.
Yakın olduğum yüze baktım, onun da gözleri saniyeler sonra aralandı. Arslan'ın yüzü o kadar yakın duruyordu ki bir an öylece donup kaldım. Kalbimde bir kuş çırpınıyordu. Güven duygusu bütün hücrelerimi sarmıştı. Bu his o kadar değişikti ki, içim bir garip oluyordu.
Gözlerini kıstı, daha sonrada afallayarak baktı. Benimle beraber uyuduğunu, daha doğrusu benim gece gelip onun yanında uyumak istediğini unutmuş olmalıydı. Sabah mayışıklığı geçince aklına gelmiş olacakki bakışlarını düzeltip avuç içini sağ gözüne koyup ovdu.
O benden biraz ayrılınca kendimi geri çektim. O an fark etmiştim bir kolunun beni sandığını. Kolunu benden çektiğinde vücudum daha da üşümüştü. Ona ihtiyacım olduğunu iliklerime kadar hissediyordum. Özellikle nefes almasına ihtiyacım vardı.
"Sabah sabah ibibik kuşları gibi ne ötüyorsunuz başımda?" uykulu sesiyle konuşup bedenini kaldırdı ve esnedi. Uğur ve Fuat abi karşımızda bize gülüyorlardı.
"Çocuğu salonda göremeyince sana haber vermeye gelmiştik reis." Uğur gülmemek için kendini zor tutuyordu. Yüzü bu şekilli alacağına keşke gülseydi.
Arslan birkaç saniye durup göz ucuyla bana baktı. Peki ben neden utanıyordum?
"Bebe dün korkmuş yanıma geldi. Uyumasına izin verdim bende." deyip yorganı üzerinden attı ve ardından ayağa kalktı. Aşağı düşmek üzere olan eşofmanını yukarı doğru çekti.
"Geldiğimizde sarılı halde duruyordunuz. Keşke o anı ölümsüzleştirebilecek bir makinemiz olsaydı. Reisi her zaman böyle göremiyoruz." Uğur elini cebine koyup ayağa kalkmış olan Arslan'ı izliyordu.
"iPhone'nun güzel kamerası var. Yanımda olsaydı size gösterirdim." dedim yorganın içinden çıkıp ayağa kalkarken. Uğur abinin anlamsız bakışları bana döndü.
"O ne?"
"Cep telefonu." dedim normal bir şey gibi. Ama anlamsız bakışlarından bu devirde hâlâ cep telefonu olmadığını anladım.
"Senin geldiğin yıllarda onlardan mı var?" diye sorduğunda kafamı salladım. Fuat abi bize aldırmadan içeri doğru ilerledi. Arslan'da aynı şekilde umursamadan valizinin başında durmuş kendine giyecek çıkarıyordu.
"Cep telefonu, incecik bilgisayarlar var. Her işini bunlardan görebiliyorsun." dedim Uğur abinin yanına gidip. Dudaklarını vay be anlamında büktü.
"Türkiye ilerletmiş kendini desene."
"Yani bunlar hep Yurtdışı malı. Tabi Türkiye'nin yaptığı güzel markalarda var." dediğimde beni kendine çekip kolunu omzuma koydu.
"Türkiye hep en iyisini yapar zaten."
Ona gülümserken bakışlarım Arslan'a kaydı. Bizim burada olmamızı umursamadan üzerini çıkarmıştı. Hemen gözlerimi başka tarafa çevirdim çünkü eğer bakarsam kötü şeyler olabilirdi.
Uğur abi hâlâ bana Türkiye'nin güçlü oluşundan bahsederken odadan çıkıp salona ilerledik. Kahvaltı masasının hazır olduğunu görünce ikimiz beraber oturduk. Alp abi ortalıkta yoktu.