38- ÖLÜM

23.1K 2.3K 644
                                    

Ölmeyecekti...

Uğur abinin ölmeyeceğini biliyordum ama hastanenin önünde perişan olmuş kalabalığı görünce istemsizce kendimi kötü hissediyordum.

Arslan telefonu kapattığı an arabasına doğru koştuğunda ondan izin almadan bende peşinden gitmiştim ve hastaneye gelmiştim. Biz geldiğimizde onu ameliyata aldıkları için ameliyathanenin kapısının önüne dizilmiştik.

"Doğa nerede? Onun daha haberi yok mu?" Merve ağlak bir tonda konuştuğunda gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Muhtemelen o kaçacak yer arıyordu, eğer olaylar benim tahmin ettiğim şekilde ilerlediyse.

Fuat ve Alp abi birbirlerine baktılar, Fuat abi elini ensesinde birleştirmişken kendisine bakan arkadaşına öfke dolu bir bakış atıp arkasını döndü. Muhtemelen ikisinin haberi vardı ve sinirden kuduruyorlardı.

Arslan'a çevirdim bakışlarımı, öylece durmuş bomboş gözlerle önündeki duvara bakıyordu. Onun hiçbir şeyden haberi yoktu, belki de şimdi iki yakın arkadaşının nasıl bu hale geldiklerini düşünüp işin içinden çıkamıyordu.

"Eren'de yok." dediğinde üç eski ülkücü sıkıntılı bir nefes verdi, Arslan ateş saçan gözleriyle eski sevgilisine baktı ve ardından hemen çevirdi bakışlarını.

Eski sevgilisi, ne güzel geliyordu kulağa.

Uğur'un annesinin hıçkırık sesi kulağıma dolduğunda bu düşüncelerimden hızla sıyrıldım, resmen oturmuş saçımı tarıyordum. Ama yani ben ne yapayım, Uğur abiye hiçbir şey olmayacağına emindim işte. Çünkü geçmişte onun adı sadece vurulması ile anılıyordu, ölmesi ile değil.

"Arslan..." Barış'ın endişe dolu sesini duyduğunda afallayarak bakışlarımı oraya çevirdim. Gözlerini herkesin üzerinde gezdirip büyük adımlarla yanımıza yürüyordu, dudakları aralıktı ve üzüntüsü gözlerine bile yansımıştı.

"Bunun ne işi var burada amına koyayım..." diye mırıldandı Fuat abi atağa geçmiş gibi olduğu yerden ayrılıp birkaç adım atarken ama Arslan elini hafifçe kaldırıp onu durdurdu.

Barış'ın bakışları ikisi arasında gidip gelirken en sonunda Arslan'ın üzerinde durdu.

"Ben mekandaydım, millet Uğur'un vurulduğundan bahsedince fırladım geldim. Belki kana falan ihtiyaç olur, yardımım dokunur." istemsizce gözlerim doldu, Barış hem geçmişte hem de şimdiki zamanda o kadar iyi bir insandı ki ölmeyi asla haketmiyordu.

"Eyvallah kardeş." dedi Arslan, kafasını teşekkür eder gibi eğdiğinde Barış dudakları birbirine bastırdı, aşırı üzgündü.

"Ne demek, kardeş." ikiside bastıra bastıra söyledikleri hitaplardan sonra gözlerini birbirlerinden ayırdılar. Fuat ve Alp abi kötü kötü bakışlar atsalarda hiçbir şey söylemediler.

O sırada acaba Seyfi Tekin piçi nerede diye düşünmeden edemedim, belki de Eren'i saklıyordu.

"Gitti oğlum, oğlum gitti." türbanlı kadının yaktığı ağıtlar artık isremsizce kalbimi acıtıyordu. Yığınla birikmiş akrabaları bile onu sakinleştiremiyordu.

Derin bir nefes alıp gözlerimi Arslan'dan ayırıp yere çökmüş kadının yanına ilerledim. Hemen yanına diz çöktüğümde kadının kardeşi olduğunu düşündüğüm abiler bana ters ters baksada aldırmadım.

"Teyze..." diye mırıldandım sadece onun duyabileceği bir sesle. Hafif kilolu kadın kafasını kaldırıp yüzüme baktı, mavi gözleri kan çanağına dönmüştü. Yüzüme bakınca daha çok ağlaması gelmişti sanki.

"Merak etme, oğluna hiçbir şey olmayacak." sesim o kadar kendinden emin çıkıyordu ki kadın ilk başta afalladı.

Tam o sırada ameliyathanenin kapısı açıldığında gözleri bir oraya, bir bana kaydı. Hızla yerinde doğrulduğunda bende ayağa kalktım, doktor konuşmaya başlamıştı bile.

GÜZEŞTE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin