20- GÖLGE

26.7K 2.9K 1K
                                    

Bana bakan adamın gözlerinden anlamsızlık akıyordu. Birden bire ortaya çıkmıştım ve onun aklını karıştırmıştım. Her ne kadar aklımı kaybedecek gibi hissetsemde Arslan'da benim kadar zorlanıyordu. Bir erkeğe daha önce bu gözle bakmadığına emindim, şimdi ise hayatı tamamen değişmişti. Ve bende sürekli onu afallatan işler yaptığım için artık sabrının sonuna gelmiş gibi hissediyordum.

Barış şuan düşman kabul ettiği Arslan'ın kendisine ters ters bakmasını bile umursamayacak kadar şok olmuştu. Aklından neler geçiyordu bilmiyordum, yabancı birinin söylediği sözlerin onu bu kadar afallatması da normal değildi.

"Barış!" arkadaşı kapının biraz ilerisinden ona seslendiğinde kendine gelmiş gibiydi. Sanırım kargaşa bitmişti.

Arslan gözlerini bizden çekip omzunun üzerinden arkaya doğru baktı. Barış ise son kez benim gözlerimin içine ifadesizce bakıp kapının önünde duran Arslan'ı yok sayarak bir hışımla dışarı çıktı.

Arslan giden agresif çocuğu gözden kaybolana kadar izledi, şuan umrumda olan Barış değil kendimi nasıl açıklayacağımdı. Bir değil, iki değil bir sürü hata yapmıştım. Bunlar Arslan için çok fazlaydı. Bana dönüp bir açıklama beklermiş gibi baktığında böyle düşündüğünü anlamıştım. Derin bir nefes aldım, artık bir şeyleri saklamak istemiyordum.

"Ne olduğunu açıklayacak mısın artık Hazar?" dedi Arslan sabırsız bir ses tonuyla. Gözlerinin içine baktım.

"İnanacak mısın ki?" diye sordum, pes etmiştim artık. Kaşları çatıldı.

"Hazar burada bir solcu bir başınıza konuşuyorsunuz, ayrıca bilmediğim birçok iş daha çeviriyorsun. Bunların ne gibi bir sebebi olabilir? Seni ilk gördüğümde adını bile bildiğinden emin değildim ama şimdi tanıdığım her kişinin arkasından bir oyun çeviriyorsun."

Dediği şeylerde haklıydı, bunun absürt kaçtığını biliyordum. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve onu tatmin etmeyecek konuşmamı yapmak için derin bir nefes aldım. O sırada gözüm küçük odadaki takvime takıldı. 6 Aralık...

Kaşlarım çatılırken bu tarihi nereden hatırladığımı sorguladım. Tarihi hangi mekanda ve nerede okuduğum bile aklıma geliyordu. Ani gelen aydınlanma ile gözlerim parladı ve hevesle ona döndüm.

Bu tarih, eskilerin gazete haberlerinde çıkan bir facianın tarihiydi. Zincirleme kaza ve ölecek olan birçok insan. Saate baktığımda kazanın saatine daha çok olduğunu gördüm. Yeniden Arslan'a döndüm.

"Anlatmak değil, göstermek istiyorum." kaşları biraz daha çatıldı.

"Ne?" dedi anlamayarak. Anlamasını da beklemiyordum zaten. Yanına gidip kolundan tuttum ve göz teması kurmamaya özen göstererek onu çekiştirdim.

"Gel benimle." dedim kafenin içine girerken. Ortalık biraz da olsa sakinlemişti.

Bana bakan ve seslenen patronu umursamadan kafenin dışına çıktım. Arslan anlamasa da bana uyum sağlayarak peşimden geliyordu. Elimi kolundan çekip hatırladığım o caddeye doğru yürümeye başladım. Hızlı hızlı yürüdüğüm için Arslan'da endişeyle peşimden geliyordu.

"Hazar hiçbir şey anlamıyorum." dediğinde kafamı salladım.

"Şimdi anlayacaksın." kendimden emin bir şekilde konuştum. Birkaç saniye sonra kolumun aniden çekilmesi ile adımlarımı durdurmak zorunda kaldım.

Arslan sabrının son kırıntılarını şuan harcıyor gibiydi.

"Delirdin mi sen?" diye sordu. Derin bir nefes aldım. Evet çok akıllı olduğum söylenmezdi artık.

"Bak..." diye başladım sakin sokakta. Sadece şehrin kısık gürültüsü geliyordu. "Sana daha önce demiştim. Kimse bana inanmıyor ama doğruyu söylüyorum. Asılacaksınız ve bunu o çocuk yapacak."

Düşündüğüm ve her zaman olduğu gibi bakışları değişmiş bana bıkkın bir ifadeyle bakıyordu. Bir şey söylemesine izin vermeden yeniden konuştum.

"Bu yüzden şimdi seni bir yere götüreceğim ve gördüğün şeylerden sonra yalan söylemediğimi anlayacaksın."

Elini beline koydu, sakince kafasını sağa ve sola oynattı ama sanki artık bu saçmalıklar ile uğraşmak istemiyor gibiydi. Umursamadan yeniden kolundan tuttum, bu sefer bana itiraz etmedi. Az öncekinin aksine daha sakin yürümeye başladım.

Cevdet Paşa caddesine gelene kadar tek bir kelime bile etmedik. İkimizde aşırı düşünceli duruyorduk. Yürürken kafam eğik, bakışlarım yerdeydi. Önümde ki bir güzel şekilli taşı ayağımın ucuyla vurup sektirdim.

Caddeye geldiğimizde etraf oldukça sessizdi, geçmişte yaşanan bir olay olmasa o olayın şimdi olacağını hayatta düşünmezdim. Arslan ile beraber karşı kaldırımın önüne gelince onu durdurdum ve önümüzdeki caddeye baktım.

"Şimdi bekleyeceğiz." dedim kollarımı birleştirip.

"Neyi?" dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. Kaşları çatıktı.

"Bir kaza olacak altı dakika kadar sonra, dört araç birbirine girecek. İşçileri taşıyan bir minibüsten sağ kalan kimse olmayacak." dediğimde şokla yüzüme baktı.

"Ne?"

"Sadece bekle, elimizden başka bir şey gelmiyor çünkü." diye mırıldandım ve yeniden önüme döndüm.

Bu olaya engel olup onlarca insanın hayatını kurtarmak isterdim ama geçmişe kimse müdahale edemezdi. Geçmiş, engellenemezdi. Bunu daha önce yaptığım olaydan dolayı biliyordum.

Bir şey söylemeden benim gibi önüne döndü ve etrafına bakınmaya başladı. Ama hiçbir arabanın olmadığını gördüğünde biraz rahatlamış gibi derin bir nefes aldı. Olmayacağını düşünüyordu şimdi, hissediyordum.

Saniyeler dakikaları kovalarken, korkular ise düşüncelerin arkasına saklanmış açığa çıkmak için bekliyordu.

Bir dakika kaldığında cadde canlanmaya başladı, kollarımı çözüp heyecanla baktım. İçim acıyordu, Arslan'a bir şeyleri kanıtlamanın dışında ölecek olan insanlara üzülüyordum.

Az önce geldiğimiz yönden bir anne ve iki çocuğu gelirken trafik yoğunlaşmıştı bile. Heyecandan ve korkudan ellerim titriyordu. Sağıma baktığımda bir minibüs yaklaşıyordu, Arslan'da bunu görmüş olacaktı ki bir küfür savurdu. Gitmek için bir hamle yaptığında bileğinden sıkıca tuttum. Gözlerimi ise yoldan ayırmıyordum.

Anne ve çocukları yoldan geçerken, minibüs yaklaşıyordu. Ölen kişiler arasında yaya olmadığı için rahattım. Çocuklara bir şey olmayacaktı. Ağır çekimde izliyormuş gibi hissediyordum.

Anne ve çocuklar ışıklara bakmadan yolun ortasına geldiklerinde hızlandılar. Ama tam o sırada en küçük çocuk kafasını çevirip bir şeye baktı. Annesinin elini bırakıp oraya doğru koştuğunda gözlerim büyüdü.

Yolun ortasında, benim az önce attığım taşa ilerleyip eğildi.

O sırada hızla yaklaşan minibüs ani bir fren yaptı. Ani freni karşısında arkasından aynı hızla gelen araba minibüse büyük bir darbe vurdu. Ve arkasında ki beş araç daha.

Kornalar ve bağırışlar caddeyi sararken, ben sadece gözlerimi sonuna kadar açmış önümdeki faciaya bakıyordum.

Kadın, bağırarak çocuğunun yanına gidip nazik olmayan bir şekilde çocuğun kolundan tutup kucağına çektiğinde onun ağlamaları tüylerimi ürpertmişti. Çocuğun elindeki taş yere düştüğünde, dehşetle baktım.

Ellerim ayaklarım uyuşuyordu ve idrak edemiyordum. Arslan'ın sesini duymuyordum.

Dünya sessizliğe bürünmüştü, sadece soluğumun ve kalbimin ritminin sesini duyuyordum.

Geçmişte bir izim vardı, geçmiş işliyordu ve ben onun bir parçasıydım.

Geçmişin gölgesiydim.

GÜZEŞTE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin