17 Ekim 1974...
Senelerce anılmış bu çok konuşulan tarihi biliyordum. Solcu bir profesörden dolayı sağ kesimin üniversiteyi bastığı o tarihti. Burada önemli olan bu değildi çünkü zaten düzenli olarak üniversiteler basılıyordu. Beni ilgilen konu; Arslan'ın bu tarihte devrin acımasız polisleri tarafından tutuklanıp, hapishenede ağır bir işkence görmesiydi.
Öyle bir işkence görüyordu ki yine dönemin tarafsız gazeteleri tarafından yazılıyordu.
Bugün onun dışarı çıkmasına izin vermeyecektim. Dolayısı ile o saniye ve hatta salisede orada olmayacağı için bunlar başına gelmeyecekti. Bu bir nevi geçmiş ile oynamaktı. Belki de bunu değiştirdiğim için çok şeyin kaderi değişecekti bilmiyordum. Ama artık bir şeyler yapmaya başlamam gerekiyordu.
Koltukta iki büklüm uzanmış kahvaltı hazırlayan Alp abiye baktım. Geçen gün yapılan kavgadan dolayı dudaklarının kenarında ufak bir yara vardı.
O gün kavgadan sonra polisler gelmeden hızla olay yerinden kaçılmıştı, daha doğrusu sağcılar 'kaçmak' lafına irite olduğu için 'tedbir amaçlı saklanmak' diyorlardı.
"Hayırlı sabahlar..." dedi Arslan içeri girip. Üzerinde siyah boğazlı bir kazak vardı, altında ise koyu kahverengi bir pantolon vardı. Eski dönemlerin yakışıklı artistlerine benziyordu.
"Hayırlı sabahlar reis." Alp abi çayı kenara bırakırken konuştu. Ben ise yorgun gözlerle onlara bakıyordum.
Arslan masanın üzerinden bir zeytin alıp ağzına atarken gözleri bana kaydı ve süzdü. Göz göze gelince ise 'hayırdır' gibisinden bakıp göz kırptı.
"Neden kalkmıyorsun bebe?" dedi, normalde yatsam da sorun etmezlerdi ama şimdi yorgun göründüğümü anlamıştı sanırım.
"Çok hastayım. Halim-" dedim ve yalandan birkaç kere öksürdüm. Öksürüğüm aşırı inandırıcı durduğu için daha sonra kendimi tebrik edecektim. "Halim yok."
Kaşları çatılırken zeytini çiğnerken yanıma geldi ve elinin tersini alnıma koydu. Alnımın iki bölgesinde elini gezdirdi.
"Ateşin yok." dedi sakince. Evet maalesef yoktu, tebeşir tozu içmem lazımdı. Eski zamanlarda böyle yapıyorlar diye hatırlıyordum.
"İçim yanıyor." dedim bakışlarımı yukarıdaki yüzüne çevirip.
"Aşık mı oldun lan?" dedi Alp abi gülerek.
"Evet." dedim ben de gülerek. Bu dediğime gülmeyen tek kişi Arslan'dı. Yüz ifadesini hiç bozmadan bakmaya devam etti.
"Hastaneye götürmemi ister misin?" diye sordu diğer konuşmadan farklı. Anında kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Yok, çok kötü olursam eğer ben giderim." o zaman gideriz diyememiştim, utanmıştım. Kafasını salladı.
Uğur ve Fuat abi içeri girdiğinde Arslan yavaş adımlarla salondan çıktı. Diğerleri kendi aralarında sohbet ederken birkaç dakika sonra Arslan iki yarım limon ile içeri girdi.
"Reis nasıl aldın onu eline?" dediğinde Arslan kaşlarını kaldırdı.
"Sus, belirtme ki unutayım." dediğinde ben bu konuşmaya kaşlarımı çattım. Niye limonu almasına şaşırıyorlardı ki? "Bu tikimi yavaş yavaş geçirmeye çalışıyorum. Alışacağım."
Bunu dediğinde anlamıştım. Bizim sınıftaki Yunus gibi limona karşı bir tiki vardı demek. Bu beni gülümsetti.
"Masaya gelebilecek misin bebe?" dedi Arslan limonları masaya bırakırken. Aslında gitmesem biraz daha inandırıcı olurdu ama şimdi başına daha fazla iş çıkarmayayım diye kafamı sallayıp büyük bir oyunculuk ile yüzümü buruşturarak ayağa kalktım ve masaya ilerledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZEŞTE
Roman pour Adolescents[TAMAMLANDI] "Yıldızlar...onlar seni gerçek aşkına götürecek."