"Eskici geldi hanım!"
Mahalle arasında yükselen ses ile irkildim. Bir adam önünde sürdüğü büyük el arabası ile bağıra bağıra ilerlerken, kollarımı birbirine sarmış bir şekilde yürüyordum.
Nasıl bir şeyin içine düştüğümü bilmiyordum, algılayamıyordum daha doğrusu. Rüyada olduğumu düşünüyordum ama bu kadar uzun bir rüya olmazdı.
Hem rüyada acı hissedilir miydi? Hayır. Ben şuan üzerimdeki tişört ile o kadar üşüyordum ki... Rüya olmasınım imkanı yoktu.
Evime nasıl döneceğimi bilmiyordum. Ama Beste'nin sürekli anlattığı o olayda, bir daha yıldızları yan yana görürsem eve geri dönmeyi dinleyebilirdim.
Eğer, saçma bir olayın ortasında kalmamışsam.
Yoğun bir kalabalık sesi geliyordu, sloganlar atılıyordu uzaktan. Yanımdan birkaç kişi koşarak kaçana kadar bu şeyi önemsememiştim. Ama sanki bir zulümden kaçıyor gibilerdi.
"Deniz! Geliyorlar!" kısa boylu yüzünü göremediğim bir genç koşarken, ara sokakta birine bağırdı.
"Hakan, üniversiteye doğru git sen!" ara sokaktan bir cevap gelince kısa boylu genç kafasını sallayarak koşmaya devam etti.
Korku dolu bakışlarımı onlara çevirdim, neden koşuyorlardı? Önümden birkaç kişi daha koşarak geçtiler.
"Faşizme karşı omuz omuza!" slogan sesleri kulağıma dolduğunda, bir solcu eyleminin ortasında kaldığımı anlamıştım.
Arkama baktığımda üniformalı polislerin sokaktan koşarak girdiğini gördüm. Sokakta kaçan eylemcilerden ve benden başka kimse yoktu. Polislerin gözü beni de görünce korkuyla yerimden kıpırdandım.
Onlara kendimi anlatabilirdim, eylemci olmadığımı belirtebilirdim. Üzerime koşan polis ile göz göze gelince, yüzündeki öfkeyi görünce iki saniyelik anlaşabilme düşüncem anında kaybolmuştu.
Önüme döner dönmez koşmaya başladım, eğer beni tutarlarsa 1974 yılında öldürülen devrimciler listesinde adım yer alabilirdi.
Hızlı hızlı koşarken polislerin arkamdan bağırma seslerini duyuyordum. Bahtıma ve şansıma küfür ede ede koşarken, ara sokağa girdim.
Koşmaya devam ederken, çıkmaz sokağa girdiğimi ortalara kadar geldiğimde anladım. Şimdi diz çöküp 'yeter!' diye bağıracaktım ama.
"Şansımı sikeyim.." diye mırıldandım.
Polislerin sesleri yakınlaşırken etrafıma bakındım soluk soluğa kalmışken. Ağzım aralık bir şekilde binalara bakarken, polislerin sesi daha da yakınlaşınca hemen yanımdaki binaya girdim.
Kapıya hızlı hızlı vururken, diğer yandan sokağın başına bakıyordum. Polisleri gördüğüm an bayılmış numarası yapacaktım, belki o zaman vurmazlardı.
Hızlı hızlı vurduğum kapı birden açılınca elim hava kaldı. Bıyıklı bir benden büyük genç kapıyı açtığında, birkaç saniye nefes nefese yüzüne baktım.
"Ne olur yardım et bana!" diye fısıldadı. Kaşları çatıldı.
"Kimsin sen?" diye sorduğunda yalvaran bakışlarımı gönderdim.
"Lütfen, anlatacağım. İçeri al beni." dediğimde arkadaki sesler çoğalmıştı.
Çatık kaşlarını düzeltme gereği duymadan beni içeri çekti ve kapıyı kapattı. Derin bir nefes alırken, yakamdan tutup beni içeri doğru çekiştirmesini bile umursamadım.
Girdiğim bina hem ev gibiydi, hem de değildi sanki. Beni çekiştirerek merdivenlerden yukarı çıkardı. Yukarı çıktığımızda bir odaya girdiğimde o an şansıma yeniden küfür ettim.
Girdiğim odada Türk bayrakları, bozkurt fotoğrafları, Osmanlı tuğrası fotoğrafları vardı. Bana bakan üç tane ülkücü bıyıklı adam.
"Bu kim kardeş?" diye sordu içlerinden biri. Sobanın başında oturmuş, tesbih çeviriyordu.
"Bilmiyorum, anarşistlerden biri galiba. Polisler kovalıyordu, yardım istedi." dediğinde koltukta oturmuş elinde kitap olan adam bakışlarını bana çevirdi.
"Anarşist olsa, mal mı bu bizim binaya gelsin?" diye sordu, mal değildim. Şanssız bir piçin tekiydim.
"Bende anlamadım ama reis görmek ister diye içeri aldım." hala yakamdan tutulurken, kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Ben anarşist değilim, ben bu yıldan değilim." dediğimde birkaç saniye yüzüme baktılar, ardından sobaya yakın olan gülmeye başladığında hepsi birden güldü.
"Bu solcuların hepsimi uçuk fikirli olur? Dayak yememek için uzaylı taklidi yapıyor bir de." dedi beni tutan adam.
Derin bir nefes aldım, elbetteki bana inanmalarını beklemiyordum. Ama uzaylı diye anılmayıda beklemiyordum.
Tam ağzımı açıp bir şey diyecekken, karşımdaki kapı açıldığında içeride oturanlar oturuşunu düzeltti.
İçeri giren kişiye baktığımda, o gece yıldızlara bakarken hissettiğim duyguyu sanki yeniden hissetmiştim. Kalbim hızlı hızlı atarken, tanıdıklık hissi tüm bedenime yayılmıştı.
Böyle hissetmem normal değildi, belkide o benim kurtuluş anahtarımdı.
"Ne oluyor? Kim bu çocuk?" diye sorduğunda yüzünü inceledim.
Kirli sakalı bıyığı ile kusursuz bir şekilde birleşmişti. Kumraldı ve saçları çok güzel duruyordu. Sakal ve bıyıklarının bir kısmı sanki güneşte kalmış gibi sarıydı, ama ışığın açısına göre değiştiğini anlamıştım.
Çok fazla... yakışıklıydı.
Bir erkeğe karşı kalbimin böyle atması, o an sorgulayacağım son şeydi.
"Reis kapının önüne gelmiş, eylemden kaçan anarşistlerden biri." dediğinde kaşları havalandı. Yüzüme bakarken, nefesimi tutmuştum.
Yüzü tanıdık geliyordu, sanki daha önce onu bir yerde görmüş gibiydim.
Aklıma gelen şeyle gözlerimi sonuna kadar açtım.
"Senin adın Arslan Tuğtekin mi?" diye sorduğumda ifadesini bozmadan kafasını salladı.
O an, internette denk geldiğim haber sitesinde okuduğum şeyler beynime doluştu.
12 Eylül, 1980 darbesinde idam edilen ülkücü reis Arslan Tuğtekin'i saygı ile anıyoruz...
Nefesimi tutup, yaşadığım şok gözlerim dolu dolu olmuş bir şekilde gözlerinin içine baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZEŞTE
Novela Juvenil[TAMAMLANDI] "Yıldızlar...onlar seni gerçek aşkına götürecek."