Karşımda oturmuş, dik bakışlı çocuğa gözlerim dolu dolu bakıyordum. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki, sanki kimse ona zarar veremezdi.
Korkusuzluğu gözlerinden belli oluyordu. Dikkatle okuduğum haber ve daha sonrasında araştırdığım yazılar, kalbime bir bıçak saplıyordu sanki onun gözlerinin içine baktıkça.
Arslan Tuğtekin, idam sehpasında tam olarak otuz sekiz dakika boyunca yaşamıştır. Yaftası boynunda asılı, sallanırken. Onu izleyenlerin aklında kalan tek şey, iskemleye kendisinin vurduğu o son anıydı.
Ben onlara ne anlattığımı bilmez bir şekilde konuşurken, gözüm sürekli onun gözlerindeydi. Ben orada aşkı ve ölümü görmüştüm. Bu kaldırabileceğimden çok fazlaydı.
"Yani..." isminin Uğur olduğunu öğrendiğim, geldiğimde kitap okuyan ülkücü abi uzun bir sessizlikten sonra konuştu. Anlattıklarım onlarıda şoke etmişti.
"Sen 2020 yılından geliyorsun, bir dilek diledin ve birden kendini bu yılda buldun. Geldiğin zamanda dokunularak kullanılan telefonlar çıktı, bir dolar on türk lirası ediyor ve Ezel adlı dizi kaç yıl geçerse geçsin aynı heyecanla izleniyor?"
Dediklerinin hepsine kafamı salladım, Ezel dizisi kısmında kendi kendime yüzümü buruşturdum. Şimdi onun sırası mıydı? Sanırım en son onu izlediğim için aklımda kalmıştı.
Birkaç saniye yüzüme baktılar, ardından bakışları birbirlerine değdi. Ve büyük bir patlama ile kahkaha atmaya başladılar.
Arslan onlar gibi kahkaha atmıyordu ama inci gibi dişlerini göstererek gülüyordu. Göz göze gelince sigarasını dudaklarına yaklaştırıp gözlerini kısarak bir duman çekti içine.
"Sen bizimle dalga mı geçiyorsun çocuk?" dedi beni yakamdan tutup içeri getiren Fuat abi. Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Biliyorum inanmanız güç, ama en azından benim solcu olmadığımı anlayın. Dönmeyin." son kelimeyi öyle çocuksu söylemiştim ki ben kendime bile acımıştım.
"Yok yok..." dedi Alp abi, hepsine abi diyordum çünkü bıyıkları ile aşırı büyük duruyorlardı. "Bizim şakşakcı solcular bile bu kadar uçuk fikirli değiller. İnanıyoruz, solcu değilsin sen."
Bana laf sokmasına aldırmadım, sadece şuan bana inanmalarıma ihtiyacım vardı. Çünkü önümde yıllar sonra acımasız bir şekilde infaz edilecek bir delikanlı oturuyordu. Kafam ne kadar iyi olabilirdi ki?
Diğerlerinin adını haber sitelerinde duymamıştım. Sadece Uğur'un adını biliyordum, 1979'da üniversitede çıkan bir eylemde bir solcu tarafından vurulacaktı. Ama ölüm tarihini bilmiyordum, belkide ölmüyordu.
"Üstündeki tişörtü nereden aldın sen öyle?" dedi Alp abi. Tişörtüm biraz absürt duruyordu onlara göre. Kafamı indirip tişörtüme baktım.
'Çığlık' tablosunun bir baskılı tişörtüydü. Kumaş siyahtı, kare bir şekilde baya canlı renklerle bastırılmıştı. Bu yılda olamayacak bir şeydi.
"Alışveriş merkezinden almıştım, pijama olarak giyiniyorum ama." üzerime bakarak konuştum. Yeniden bir kıkırtı yükseldi. Kafamı kaldırıp baktığımda Alp ve Uğur abi gülüyordu.
Arslan sigarasını eskimiş küllüğe bastıktan sonra ağzındaki dumanı odanın içine yavaşça bıraktı. Koltuğun kenarından tutup ayağa kalktı. Herkesin bakışı ona dönmüştü.
"Ben üniversiteye gidiyorum..." dedi arkadaşlarına bilgi verip. 'Uzaylı' beni o kadar umursamıyor gibi görünüyordu. Bir adım atmıştı ki bakışları bana döndü. Adımlarını durdurup gözlerimin içine baktı ve yeniden arkadaşlarına döndü.
"Çocuğu salın gitsin." dedi ve ardından eline yakışan demir, kalın yüzüklü eliyle sakallarını kaşıdı. Tam yanımdan geçip gidecekken ayağa kalktım.
"Benim gidecek hiçbir yerim yok." dediğimde adımlarını durdurdu. Diğerleri susmuş beni izliyordu. Arslan bana arkası dönük bir şekilde durdu.
"Evime dönene kadar burada dursam olur mu?" dediğimde derin bir nefes alıp arkasını döndü. Gözlerinin içine bakınca yeniden ağlama isteğim gelmişti. Bunu engelleyemiyordum.
"Bak çocuk, burada özel şeyler paylaşıyoruz. Hangi deli hastanesinden kaçtın, nereden geliyorsun bilmiyorum, ama burada kalmazsın." dedi ve ben ağzımı açacakken arkasını döndü.
Bir şey dememe fırsat bile vermeden kapıyı açıp çıktı. Arkasından bakakalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZEŞTE
Jugendliteratur[TAMAMLANDI] "Yıldızlar...onlar seni gerçek aşkına götürecek."