Bölümü bahar14k'a ithaf ediyorum, geçmiş doğum günün kutlu olsun diyelim ❤️
Normal hayatımda bir işte çalışmak beni yoruyordu, babamın tanıdığı birinin restorantında çalışırken o kadar isyan etmiştim ki iki gün sonra işi bırakmıştım. Nedense çalışmak bana göre gelmiyordu, onun dışında ne kadar boş iş varsa yapardım.
Ancak şimdi hayatım öyle değişmişti ki mecburen çalışıyordum ama bundanda rahatsızlık duymuyordum. Aldığım günlük paralar sonucunda kimseden para istemeden kendi kendime bir şeyleri başarmak hoşuma gitmişti. Tabi bu ne kadar uzun sürerdi bilmiyordum.
Mekanda eski müziklerden çalıyordu, tabi benim geldiğim yerde eski müzik oluyordu. Şimdi muhtemelen yeni çıkmıştı hepsi. Artık bu duruma bile alışmıştım, kendimi bazen tam olarak bu dönemden biri gibi hissediyordum. Ruhum bu devirde kalmıştı, vücudum yanlış yerdeydi.
Sildiğim masanın sandalyesi çekildiğinde irkildim ve kafamı çevirip oturan kişiye baktım. Görmek isteyeceğim en son kişi olan Seyfi Tekin'di. Vücudumdan yükselen sinire engel olamayarak doğruldum. Etrafıma baktığımda tek başına gelmediğini anlamıştım. Barış gözlerini benden ayırmadan karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Dirseklerini masaya yaslayıp parmaklarını birleştirdi ve daha sonra gözlerini benden çekip etrafına bakındı.
''Ders başlamadan bir şeyler yiyelim. Hoca almıyor, bir de pezevenk ülkü ocaklarının müdavimi.'' Seyfi Tekin kinli bir şekilde bana aldırmadan konuşurken bu sefer gözlerimi ona çevirdim. Benden de rahatsız olduğu belliydi, bakmamaya çalışsada çok net belli oluyordu. Ne kadar uzun süre baktım bilmiyorum ama bir sessizlik oluştuğunda bakışlarını yeniden bana çevirdi. Kaşları çatıldı.
''Ne bakıyorsun?'' diye sordu, daha doğrusu bizim özelimizi neden dinliyorsun demek istemişti. Derin bir nefes aldım, bu hain yüzünden işimden atılmak istemiyordum.
''Siparişlerinizi bekliyorum.'' ellerimi önümde birleştirip konuştum. Arada bir Barış'a dönüp bakıyordum. Elini ısıtmak için sıcak nefesini üflüyordu ama öylesine yaptığı belliydi. Kaçamak bakışları beni buluyordu sürekli.
''Dört tane tost ve çay.'' diğerlerine sorma gereği bile duymamıştı. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp kafamı salladım ve topuğumun üzerinden geriye dönüp mutfağa ilerledim.
''Bu çocukta o Arslan denen ülkücü bozuntusunun yanında geziyordu. Aynı boklardır.'' duyduğum şey ile adımlarımı durdurup arkamı dönerek ona lafını yedirme ve duymazdan gelip ilerleme konusunda ikileme düşmüştüm. Ama en sonunda beynim otomatik olarak ikinci seçeneği seçerken mutfağa hız kesmeden yürüdüm. Vural abi aceleyle bir şeyler hazırlıyordu.
''Vural abi dört tane tost ve çay.'' dediğimde ağlayacak gibi oldu. Bugün mutfakta çalışan iki çift gelmemişti ve baya zorlanıyordu.
''Tamam, tamam.'' dedi ve ardından tezgahın öteki ucuna geçti. Bir şeyleri bilsem ona yardım etmek isterdim ama müşteriler ile ilgilenmekten ona fırsat bulamıyordum.
Bir başka masanın siparişini götürürken bakışlarım sürekli onların olduğu masayı buluyordu. Hepsi eğlenerek ve gülerek konuşuyorlardı. Ama Barış'ın huzursuz olduğunu hissedebiliyordum. Onun da aklında benim olduğumu hissediyordum, bu his garip geliyordu.
Yaklaşık yarım saat olmuştu ama daha siparişleri hazırlanmamıştı. Onlardan önce gelen masanın siparişini götürdüğümde çalışan diğer çocukda diğer masaya elinde iki tepsiyle gidiyordu. Tam Barış'ın masasının önünden geçecektim ki Seyfi Tekin birden sesini yükseltti.
''Nerede kaldı ya bu siparişler?'' bakışlarımı ona çevirdiğimde direkt olarak benimle göz teması kurduğunu gördüm.
''Mutfakta bir kişi çalışıyor şu an, birazdan getiririm.'' diğer tarafa baktığımda birden sesini yükseltti.
"Dersimiz var diyoruz, kaç saat beklememiz gerekiyor bir tost yemek için?" sesi o kadar gür çıkmıştı ki yan masada oturan insanlar bakışlarını bize çevirdi. Herkese bir bakış atıp yeniden ona döndüm.
"Sesini yükseltme." tehlikeli olmasını umduğum bir sesle konuşunca bakışlarına alay düştü. Sandalyesini geriye itti yavaşça.
"Alla alla, sesimi çıkarırsam ne olacak?" gözlerimi kapatıp sinirli bir nefes verdim. Sakin olmam gerekiyordu, sakin ol Hazar.
"Ülkücü yancısı." geçen günlerde öldürmek üzere olduğum kişiden beni kışkırtmak için söylediği sözleri daha fazla yediremeyip gözlerimi açtım ve bir adım üzerine yürüdüm.
Adım attığım anda sanki bunu bekliyormuş gibi sandalyesini büyük bir gürültü ile itip ayağa kalktı. Onun sinirle kalkmasının üzerine diğer sanldayelerinin de itilme sesi kulağıma doldu.
"Beni mi döveceksin?" diye sordu bağırarak. Dişlerimi sıkarak bir adım daha attım ama kolumu birinin tutması ile adım atamadım.
"Kes sesini lan." geldiğim yerde çok fazla kavgaya girmezdim ama şimdi kanım öyle deli atıyordu ki deli gücü gelmiş gibi hissediyordum.
Bağırarak bir şeyler söyledi ama kalabalık ses araya girdiği için dediğinden bir şey anlamadım. Barış onu sıkıca tutarken sakin olması için bir şeyler söylüyordu.
"Amına koduğumun haini." dedim beni tutmaya çalışan elden kurtulmaya çalışırken. Söylediğim şeylerin bile farkında değildim, Barış birden bana dönüp kaşlarını çatarak baktığında o an duyduğunu fark ettim.
"Hazar!" patronun sesi geldiğinde beni tutan kişiler üzerine atlamamam için beni çekerken kendimi onlardan sinirle çektim ve gözlerimi Seyfi Tekin'den çekip depoya ilerledim. Patron seslense de umursamadım.
Deponun açık olan kapısından içeri girip sinirle elimdeki kağıdı ve kalemi fırlattım. Onu öldürmem için bana fırsat sunuyordu resmen. Rüyamda gördüğüm hali aklıma geldiğinde daha fazla deli oluyordum.
"Ne olur bana bir yol göster." normalde ilahi bir tanrıya yalvarırken şimdi sadece buraya gelmeden önce bana parlayan yıldızı düşünüyordum.
Küçük alanda volta atarken içerdeki sesler azalmıştı, bir ayak sesi geldiğinde kafamı çevirip baktım. Barış en masum, afallamış ifadesi ile bana bakıyordu. Elimi ensemden çekip yüzüne baktım. Karnım ağrımıştı onu gördüğümde.
Barış birkaç saniye gözlerini benden çekmese de daha sonra etrafına bakıp içeri doğru bir adım attı. Elini cebine koyup bu sefer göz temasını kesmeden bana baktı.
"Az önce söylediğin şey ne anlama geliyor?" soğuk ve mesafeli sesiyle tahmin ettiğim bu soruyu sorduğunda derin, sıkıntılı bir nefes aldım ve gözlerimi açıp kapattım.
"Hain, size ihanet edecek." artık bir şeyleri saklamak bana zor geliyordu. Zaten inanmadıkları için her şeyi direkt söylüyordum. Gözlerimi açıp baktığımda düşünceli bir tavırla yüzüme bakıyordu. Bu ihtimal verdiğini gösteriyordu ve bu şaşırmama sebep olmuştu.
"İftira atma." dedi ama kendisi bile nedense bu dediğinde inanmıyordu. Sırıttım ve yanına ilerledim. Tam dibine girip gözlerinin içine baktım.
"Ölüm emrini o verecek." bunu bilmesi ne kadar dehşet verici olsa da birilerinin bir şeyleri bilmesi ve bana inanması gerekiyordu. En azından şüphelenmesi.
İrkildi ve afallamış bir vaziyette ağzını bile açmadan öylece suratıma baktı.
"Öldürecek." diye fısıldadım yeniden. Onun bana inanmasını istiyordum.
Bu dediğim öyle büyük bir etki etmişti ki öylece durup gözlerini benden ayırmadan bakmaya devam etti. Nefes nefese onu izliyordum.
"Hazar." sert bir ses geldiğinde irkilerek bakışlarımı ondan çekip ağzım aralık nefes alırken kapıya baktım.
Arslan çatık kaşları ile bir bana, bir ona bakıyordu. O kadar sinirli bakıyordu ki o an yaşanan olayları unutup ona kitlendim.
Sanırım bu defa açıklaması biraz daha zor olacaktı.