Bayram hediyesi olarak iki bölüm atıyorum. O zaman ben kaçtım cumartesi görüşürüz ❤️
Sabah erkenden uyanmış ve kolideki son eşyalarımı da çıkarıp yerleştirmiştim. Uzun zamandır uyku düzenim çok bozulmuştu. Günde dört saatten fazla yatamıyordum.
Erken kalktığım için çoktan hazırlanmıştım. Çantama koyduğum birkaç not defteri ve kitaptan sonra odamdan çıkmış ve mutfağa gelmiştim.
Annem tek başına oturuyordu. Hiç bilmediğimiz bir şehre gelmiştik. Babamın bütün anılarını arkamızda bırakarak hem de. Ama her tatilde tekrar İstanbul'a gidecektik. Bu babama verdiğimiz sözdü.
"Günaydın anne." dedim gülümsemeye çalışarak. "Günaydın kızım." dedi annem de. Beni gördüğünde mutlu görünmeye çalışıyordu ama buna cidden gerek yoktu.
Mutsuz bir insanı gülmeye mecbur etmek kötü bir şeydi. Sanırım en güzeli acımızı çekip hayatın bir sonraki acıyı getirmesini beklemekti.
"Sevdin mi üniversiteni? Arkadaş falan yaptın mı?" dedi annem ikimize de çay koyarken.
"Sevdim anne ve arkadaş yapmak gibi bir derdim yok. Olmasa da olur yani."
"Olur mu öyle şey. Tek başına mı takılacaksın?"
"Bu beni daha çok mutlu eder."
Annem onaylamazca başını sağa sola salladığında kahvaltımızı yapıp birlikte çıktık evden. Annem işe ben de okula gidiyordum. Babamın arabasını artık annem kullanıyordu ve beni o okula götürüp getiriyordu.
Şu an babama ait tek şey bu arabaydı yanımızda olan. Her şey İstanbul'da kalmıştı. Ordaki anıları hiç bozmak istemediğimiz için yanımızda birkaç şey tek getirmiştik.
Arabaya biner binmez gülümsedim. Annem de öyle yapmıştı. Şu an arabayı kullanan annem değil babamdı. Benim oturduğum yerde annem var ve ben de arka koltukta heyecanla üniversiteye gitmeyi bekliyorum.
Bu arabaya her bindiğimde böyle hissedecektim. Bu asla değişmeyecekti.
Babam hep sürücü koltuğunda, annem yanında ve ben de arkada olacaktım.
Annem arabayı çalıştırınca kulaklığımı takıp bir şarkı açtım. Bilerek açtığım bir şarkıydı. Çünkü sözleri beni anlatıyordu.
"Baktığında mazi yaradır geride kalana. Kaçtığın anılar kaçtıktça yapışır yakana." diyordu şarkı sözü. Derin bir iç çekip gözlerimi kapattım ve yolun bitmesini bekledim.
Evimiz üniversiteye biraz uzak olduğu için kırk dakikadan fazla yolda kalmıştık. Trafikle birlikte bir saati bulmuştu.
"Tamam anne içeri girmene gerek yok ben giderim artık. Kolay gelsin." dedim yanağından öperken.
"Dersini iyi dinle güzel kızım." dedi annem de yanağımdan öpüp. "Tamam." dedim ve arabadan inip yürümeye başladım.
Bir sürü insan vardı etrafta. Gençler, orta yaşındakiler ve hatta yaşlılar bile. Bu görüntü üniversiteside görmeyi beklediğim bir görüntüydü.
Etrafta fazla oyalanmadan dersliğime gidip oturdum. Herkes çok neşeli görünüyordu. Daha ilk hafta olmasına rağmen hemen arkadaş olanlar bile vardı.
İnsanlar birbirlerine çok çabuk güveniyordu. Sanırım ben hiç böyle biri olmamıştım.
Derslikte boş olan çok az yer vardı. Arkalara doğru boş olan birkaç yer vardı ve oraya gidip oturdum.
Birkaç dakika sonra sarışın, uzun boylu bir kız yanıma geldi.
"Oturabilir miyim?" demişti kibarca.
"Tabiki." dedim ona gülümseyerek. Bu kızı ilk defa görüyordum. Sınıfa dikkatlice bakmadığım için görmemiş olabilirdim.
"İnsanlar ne kadar da garip böyle. On yıllık arkadaş gibi davranıyorlar." dedi ilk sıralarda toplanan gruba. Sanırım üniversite böyle bir ortamdı.
"Evet öyle. Benim de dikkatimi çekti." dedim kıza gülümseyip. İçimden bir ses onunla iyi anlaşacağımı söylüyordu.
"Bu arada ben Sıla." dedi elini uzatıp. "Ben de Damla." dedim uzattığı eli tutup sıkarak. "Tanıştığımıza memnun oldum."
"İnan ben de." dedi gülümseyerek. Daha sonra ikimiz de sessizliğe bürünmüş ve dersin başlamasını beklemiştik.
Birkaç dakika sonra sınıfa hafif kır saçlı, çok tatlı biri girmişti.
"Merhaba gençler." diye selamlamıştı bizi. Şimdiye kadar dersimize giren hocaların en sıcakkanlısı diyebilirdim.
Hoca dersi anlatmaya başladıktan birkaç dakika sonra telefonuma bir mesaj gelmişti. Telefonu sessize almayı unutmuştum ama yüksek seste değildi. Bildirimi sadece ben duymuştum.
Telefonu cebimden çıkarıp bakınca mesaj atanın Oğuz olduğunu gördüm. Bu onun numarası eski değildi ama sonuçta oydu.
Kaydetmediğim numarayı eskisi gibi Oğuz diye kaydettim. Telefonumda kalan üç numara vardı.
Annem, babam ve Oğuz.
Geriye kalan herkesi silmiştim. Şimdi de Oğuz'un yeni numarasıyla birlikte dört numara olmuştu.
Oğuz: Mesaj attığım için özür dilerim ama dayanamadım. Günaydın.
Attığı mesaja gülümsedim. Onu terk eden ben olmama rağmen benimle konuşmaya çalışan oydu. Sanırım o bana verilen en büyük hediyeydi.
Damla: Günaydın.
Oğuz: Evde misin, geldin mi?
Damla: Geldim. Dersteyim.
Oğuz: Ben seni tutmayayım o zaman. Sonra konuşuruz.
Her ne kadar sorun değil demek istesem de bunu yazmadım.
Damla: Görüşürüz o zaman.
görüldü, Oğuz
Oğuz'un yanına gidip ona sıkı sıkı sarılmak isterdim ama bu ona haksızlık olurdu. Babamın acısı hala yüreğimdeyken tekrar ona gidebilir miydim bilmiyordum.
Onu tekrar incitmek istemiyordum. Çünkü ne zaman ne yapacağımı ben bile kestiremiyordum.
Bunun için hayatıma şu anlık tek başıma devam edecektim. Ama buna ne kadar dayanırdım, Oğuz yanı başımdayken ne kadar kaçardım bilmiyordum.
Her zamanki gibi ben yine hiçbir şey bilmiyordum...
Sıla da geldiğine göre hikaye şimdi başlıyor.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEVSENE BENİ 2 | Texting
ContoDamla: Kimsiniz? 0545#: Bunun senin için bir önemi var mı bilmiyorum ama uzatmadan söyleyeceğim. Damla: Bunun benim için önemi olmadığını düşünüyorsan bana niye mesaj atıyorsun o zaman? 0545#: Belki de seni hala sevdiğimdendir. SEVSENE BENİ'NİN 2. K...