Sıla'yla birlikte bir haftadır taşındığımız eve gelip benim odama geçtik. Daha tam olarak yerleşememiştim ve Sıla inatla bana yardım edeceğini söylemişti.
İçimden kolideki eşyalarımı çıkartıp buraya ait hissetmek geçmiyordu ve bu yüzden hala çoğu eşyam kolilerdeydi.
"Aç mısın? Bir şeyler yemek ister misin?" dedim Sıla'ya.
"Aç değilim ama bir bardak su içsem iyi olacak sanırım." dedi. "Tamam sen otur ben hemen getiriyorum." dedim ve odadan çıkıp mutfağa geldim.
Dolaptan su şişesini çıkarıp bardağa koydum ve gidecekken bunun yeterli olmayacağını düşünüp su yerine kahve yapmaya başladım.
Suyum kaynarken küçük bir tabağa biraz kurabiye ve birkaç şey daha koyup tepsinin üzerine koydum ve iki büyük kupaya koyduğum kahvelerin üzerine sıcak su ekleyip karıştırdım ve tekrar odama gittim.
Sıla sessizce oturmuş beni bekliyordu.
"Geç kaldım kusura bakma." dedim yanına gidip otururken. Tepsiyi odamdaki masaya koydum ve kahvesini ona verdim.
"Zahmet etmeseydin ya. Şu yeterliydi."
"Olur mu öyle şey." dedim gülümseyerek ve Sıla'ya kurabiyeleri uzattım. Babam bizi bırakıp gittiğinden beri annem sanki her an o gelecekmiş gibi onun sevdiği şeyleri yapıyordu ve bu kurabiye de en sevdiği kurabiyeydi.
Onun en sevdiği kurabiye olduğu için ben de büyük bir mutlulukla yedim. Onun sevdiği şeyler artık benim de en sevdiğim şeyleri.
"Bu kurabiye gerçekten mükemmel." dedi Sıla kendinden geçerken. Bunun üzerine bu haline güldüm.
"Annemin ellerinden. Babamın en sevdiği kurabiye."
"Baban da yerken benim gibi kendinden geçiyor olmalı."
Burukça gülümsedim.
"Evet o da senin gibi kendinden geçiyordu." dedim. Ama artık yoktu.
Sıla yanlış bir şey söylediğini düşünmüş olacakki başını önüne eğdi.
"O artık sizinle değil, değil mi?" dedi başını kaldırmadan. Hüzünlü bir ruh haline bürünmüştü.
"Evet bir yıl olmak üzere." dedim. Sesim titremeye başlamıştı.
"Şanslısın Damla." dedi Sıla birden.
Şanslı mı? Babasını kaybetmiş bir kız ne kadar şanslı olabilirdi ki?
"Yanılıyorsun Sıla." dedim ben de onun gibi başımı eğerek. Bu bir nevi ağlamaktan kaçmak gibi bir şeydi.
"En azından baban seninle tam tamına yirmi sene geçirdi. Koskoca yirmi sene. Annen de hala seninle. Seni eminim çok seviyordur. Oysa benim babam da annem de hiç benimle olmadı. Daha doğrusu onların kim olduğunu bile bilmiyorum."
Duyduğum sözlerle şok üstüne şok yaşarken dilim tutulmuştu resmen. Sıla ailesinin kim olduğunu bile bilmiyor muydu yani?
Başımı kaldırıp ona dolan gözlerle baktığımda hiçbir teselli cümlesi kuramıyordum. Ona hiçbir şey söyleyemiyordum.
"Hiçbir şey söylemene gerek yok." dedi gülümseyerek. "Onlar için büyük bir yük olmuşum demekki. Doğar doğmaz beni yetimhaneye atacak kadar büyük bir yük olmuşum hem de. Ama her şeye rağmen hala yaşıyorum Damla, nefes alıyorum ve beni evlatlık alan aileme çok saygı duyuyorum. Öz anne babam beni istemezken onların beni alması çok değişik bir his. Onların da çocuğu olmuyormuş ve beni evlatlık almışlar. Hiçbir zaman onların gerçek kızı olmadığımı hissettirmediler bana ama içimde bir yerlerde hep gerçek anne babamın kim olduğunun merakı var. Diyeceğim o ki güldürüp daha sonra da güldürdüğü günlerin öcünü alan bir dünyada güçlü olmalıyız. Birbirimize anlatacağımız o kadar şey var ki, bunu hissedebiliyorum. İçimde yıllardır biriken şeyleri ve senin içinde yıllardır biriken şeyleri artık dışarı atmanın zamanı gelmedi mi sence de? Artık kendi kendimize yeter bu kadar demenin zamanı gelmedi mi? Oğuz, eski sevgilin... Onu sakın kaybetme Damla çünkü o senin için her şeyi yapabilecek kadar çok seviyor seni. Bunu beş dakikada kendi gözlerimle gördüm. Sen ağlayıp giderken onun çaresizliğini kendi gözlerimle gördüm ve ne kadar şanslı olduğunu anladım. Şimdi kalk." dedi ayağa kalkıp elini uzatırken. İkimiz de ağlıyorduk ama bu sefer güçsüz olduğumuz için değil, çok güçlü olacağımız için...
Sıla'nın uzattığı elini tutup ayağa kalktım ve konuşmasını bekledim.
"Sana birden babanı unut demiyorum, ya da acını da unut demiyorum. Zaten bunları ne kadar söylersem söyleyeyim boşuna konuşmuş olacağım. Diyeceğim şey şu ki hayatın acımasızlığının seni tamamen ele geçirmesine izin verme. O sana bir çelme mi taktı? Sen ona iki çelme birlikte tak. Acında bile mutluluk ara. Çaresiz olduğun her an dünyanın bir yerinde seni bekleyen bir umut olduğunu bil. Hani derler ya nefes almak yaşamak değildir diye, işte çaresiz kalmak da ölmek değildir." dedi ve derin bir nefes aldı.
"Sanırım Edebiyat öğretmeni olacakken son onda Avukatlık kazanmışım." dedi gülerek. "İyi konuştum he."
İkimiz de gözyaşlarımız arasından kahkaha atmaya başladığımızda acının ilk umudunu attığımız kahkahada buldum.
Ve ben ağlarken gözlerim parlaya parlaya güldüm. O kadar güldüm ki babam beni görüp mutlu oldu, annem benden güç alıp ayakta durdu, Sıla benim gibi acısını bir kenara bırakıp kahkaha attı ve Oğuz eskisi gibi bana sarılıp saçlarımdan öptü.
Bunların hiçbiri gerçekte olmadı ama olmuş kadar hissettim.
Umut... Ne de güzel bir kelimeymiş.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEVSENE BENİ 2 | Texting
ContoDamla: Kimsiniz? 0545#: Bunun senin için bir önemi var mı bilmiyorum ama uzatmadan söyleyeceğim. Damla: Bunun benim için önemi olmadığını düşünüyorsan bana niye mesaj atıyorsun o zaman? 0545#: Belki de seni hala sevdiğimdendir. SEVSENE BENİ'NİN 2. K...