twenty-one: she's the one

1.9K 222 115
                                    

Boş içki şişeleri masanın üzerinde tekrar sıralandığında derin bir iç çekerek oturduğum koltuktan kalktım.

Evim beni daha önce hiç olmadığı kadar boğuyordu ve ben buraya dayanacak gücü kendimde bulamıyordum. Lalisa'nın birkaç gündür bahsettiği boşanma mevzusu feci halde canımı sıkmıştı.

Benim için en hayırlı olan bu durum şimdi nasıl olur da canımı sıkardı?

"Ben toplardım." arkamdan gelen sese tepki vermek yerine şişeleri pizza poşetine doldurup tabanlarımın üzerinde döndüm ve mutfağa ilerledim.

Onunla konuşmak istediğimi sanmıyordum çünkü her seferinde yelkenlerimi suya indirmekten yorulmuştum. Tam kızacakken bir çift güzel göze, hoş cümleye eriyecek gibi oluyordum.

Bu ben değildim.

Önüme ördüğüm bin duvarı Jungkook iki yılda yıkıp nasıl ulaşabilmişti bana? Şimdi bile onunla ayrılacak olmak göğüs kafesimi patlayacak raddeye getiriyordu buradan ilerisine nasıl dayanacaktım?

Poşeti buzdolabının önüne bırakıp mutfak tezgahına tutundum. "Kahve yapar mısın? İşe gitmeden şu lanet baş ağrısından kurtulmak istiyorum."

Herhangi bir tepki vermeden önünde durduğum mutfak dolabını açtım ve granül kahve kutusunu çıkardım.

Aklımda binlerce cevapsız soru vardı lâkin ben onları soracak kadar cesaretli değildim.

"Yoruldum." dedi ben fincana iki çay kaşığı kahve koyarken. "Bu evlilik ikimizi de yoruyor." cevap vermesem de inatla konuşmaya devam ediyordu.

Bedenimi saran sinirin getirdiği kuvvet ile cam kavanozu elimden bıraktım ve bedenimi ona çevirdim. Açık konuşmuyordu ve ben sinirimden ölmek üzereydim.

"Evrakları getir," dedim alaylı gülümsememi yüzüme yerleştirip. Şimdi gülümsemek dahi acı vericiydi. "Bu dönemde boşanmalar beş dakika sürüyor, hemen kurtulursun."

Isıtıcıya koyduğum suyu da çalıştırdığımda göz ucuyla ona baktım. Kafasını duvara yaslamış bir şekilde tavanı izliyordu.

"Boşanalım demedim." beni binbir parçaya ayıran sesi fazla bağırdığından sonlara doğru çatlamıştı.

"Ne istediğini söyle o zaman." onun aksine sakinliğimi koruyordum konuşurken. "Senin şifreli mesajlarını çözecek kadar enerjim yok, göremiyor musun?"

Gözleri tekrar yüzüme sabitlendiğinde iç çekerek oturduğu yerden kalktı ve birkaç adımda aramızdaki mesafeyi kapattı. Keşke virüslü olsaydım da bulaşsaydı.

Kahverenginin en acı verici tonu olan gözleri yüzümün her zerresini ezberlemek ister gibi dolanırken tek kolunu belime sarmış, elini de yanağıma yerleştirmişti.

Başlamadan bittiğimizi çok net okuyabiliyordum takındığı ifadelerden. Bakışlarında ki o eski yoğunluk yoktu. Artık yanında kendimi değerli hissetmiyordum, biz çok büyük bir boyut atlamıştık.

"Buradan gidelim diyecektim." dedi sızlayan şakağıma bir öpücük kondurup. "Küçükken gittiğim bir dağ evi var. Orada herkesten uzakta birbirimizi onarır ve geri döneriz."

Burukca gülümsedim. Beni onardıktan sonra daha sert kıracak olmalıydı.

"Tüm buzulları eritebilecek miyiz?" sesim güçlü çıkıyordu ancak o buzullardan önce ben hüzünden eriyecektim. "Benden bir şeyler sakladığını görebiliyorum, geceleri eve bile gelmiyorsun."

Bir şey dememişti.

Öylece birbirimize bakmış ve yavaşça ayrılmıştık. Kendini savunması saçma olurdu çünkü haklıydım. Elimde bir kanıtım yoktu ancak değişen davranışlarından beni aldattığını anlayabilmiştim.

Hah! Arada bir gömleğinde denk geldiğim ruj izleri de şüphelerimi güçlendirmekte bir numaralı rolü oynuyordu.

Aramıza olabildiğince mesafe sokmuştum. Birkaç hafta içerisinde ona tekmeyi basmayı düşünüyordum ancak bu gidişle beceremeyecektim.

"Tamam, gideriz." saçlarından düşen damlalar yeni sildiğim zemine damlıyor, sessiz ortama kendince renk katıyordu.

"Özür dilerim." mırıldanarak arkasını dönmüş ve mutfağın dışına ilerlemişti.

Ona son bir şans veriyordum düzelebilmesi için ve bunu iyi kullanıp kullanamamak onun elleri arasındaydı.

Hayatımın ipleri de Jeon Jungkook'un kanlı parmakları arasındaydı. O, iplerle göğe salıncak kurmak yerine beni öldürmeyi seçmişti ve bundan gocunmuyordu.

Tezgahın üzerinde tireyen telefonum beni gerçek dünyaya döndürürken gelen aramaya baktım.

Jung Jaehyun.

Neden içinde kaybolduğum labirentin tüm kapılar ona açılıyordu?

...

hiçbir şey yazmak istememem normal mi

iyi geceler

you and i ʳᵒˢᵉᵏᵒᵒᵏ (düzenlenecek) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin