"Kimi insanlarla birlikte olmak insanı yorar, üzer. Çünkü acıya hapsedilmiş ruhların bu acısına ortak olmak ürkütür insanları."
Gözlerimi okuduğum kitaptan ayırıp istemsizce tavanı izlemeye başlamıştım. O beni yoruyor, mutsuz ediyordu ve ben hâlâ onunlaydım.
Nedenini bilmesemde içimde ondan kopamayan hastalıklı bir yanım vardı. Belki de o acıya hapsedilmiş ruhumdan bir parçaydı.
Mutsuz da olsam hâlâ onunla birlikteydim ve ironik bir şekilde bunun da nedenini bulamıyordum.
Acıyla karışık bir nefesi ciğerlerime doldururken okumaktan sıkıldığım kitabın sayfaları arasına ayracımı yerleştirip rafa kaldırdım ve giymek için çıkardığım kabanımı üzerime geçirdim.
Yaklaşık yarım saattir evden çıkmak için Jungkook'u bekliyordum lâkin kendisi inmemekte ısrarcı gibiydi.
"Gelmiyor musun?" sinirle merdivenlere dönüp kükrediğimde son basamağı inip birkaç adımda yanıma gelmişti. Adım seslerini kendi içimde savaşlar verirken duymamış olmalıydım.
"Telefonumu bulmak uzun sürdü," dedi yeni aldığı telefonu havada sallarken. "Yasak başlamadan ulaşsak iyi olacak."
İki üç günlük kıyafetlerimi doldurduğum sırt çantamı sırtıma takıp bir çırpıda evden çıktım ve bizi bekleyen köpeğin yanına ilerledim.
"Annecim," kucağıma atlayan köpeği havada yakaladığımda kıkırdamadan edememiştim. Jungkook onu doğum günümde benim için barınaktan sahiplenmişti. Belki bu iki yıllık ilişkimiz içerisinde gerçekten mutlu olduğum tek gün Hank'ın bana geldiği gün olabilirdi. "Seni çok özleyeceğim ama çiçekleri korumayı unutma!"
Kısa bir süre daha hasret giderdiğimde yanımdan geçip arabasına binen beden ile Hank'tan ayrılıp bahçeden çıktım ve beni bekleyen siyah arabaya ilerledim.
Uzun olduğunu düşündüğüm bir yolculuk bizi bekliyordu bu yüzden çok sevgili playlistimi evde boş boş otururken baştan sona düzenlemiştim.
...
Bakışlarım hüzünlü bir hâl alırken omuzlarımı düşürerek çamurlu yolu inceledim.
Eve ulaşan taş yol çamurdan gözükmüyordu ve ben üstün zekamı kullanarak beyaz spor ayakkabılarımı giymiştim.
Bakışlarım umutsuzca arabaya döndüğünde elinde ki çantalarla yanıma adımlayan Jungkook'la gözgöze geldim. Evin bahçesi çitlerle çevrili olduğundan arabayla girmek de mümkün olmayacaktı.
Kelimenin tam anlamıyla kuyruğum kapana sıkışmıştı ve içim kan ağlaya ağlaya bu çamurlu yolu geçecektim.
"Çamura nefretle bakacağına koşarak geçsene karşıya." o konuşurken yüzüne bakmak yerine istemsizce önce onun ayakkabılarına daha sonra da kendiminkilere bakmıştım.
Ayağından siyah botlarını çıkarmayan biri için çamurda yürümek oldukça kolaydı tabii.
"Ayakkabılarım beyaz," dediğimde sesim sessiz ormanda yankılanıyor gibi hissetmiştim. "Kanalizasyonda yürüsem çamur etkisi yaratmaz."
Bana aldırmadan arkasını döndüğünde evin önüne kadar gitmiş, çantalarını bırakmış ve beklemediğim bir şekilde yanıma geri dönmüştü.
"Bir başkası olsa bunu asla yapmazdım." ağzının içerisinden mırıldanarak birkaç adımda aramızda ki mesafeyi kapattı. Bir elini kalçamın hemen altından, diğerini ise düşmemem adına belimden geçirip çevik bir hareketle bedenimi kucağına almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you and i ʳᵒˢᵉᵏᵒᵒᵏ (düzenlenecek)
FanfictionRoseanne Park, ailesinin sorunları yüzünden okulunun en genç öğretmeni Jeon Jungkook ile evlenmişti. Acı; gökyüzünde bir yıldızdı ve her gece Roseanne ağlarken onun için parlıyordu.