Parmaklarımı telefon sehpasına vururken, yan odaya öfkeli sesimin gitmemesi için dudaklarımı birbirine bastırıp nefesimi tutuyordum. Elimdeki pastane kartvizitini sıkarken sessizce konuşmaya devam ettim.
"Ne demek yapamayız? Size para veriyorum! Bakın eğer daha çok para isterseniz onu da..."
"Beyefendi..."
"Ben sadece on yedi yaşındayım."
"Pekala... Pekala bakın. Bizden iki saat içinde Seoul'den Jeju'ya macaron kaplı bir pasta siparişi yetiştirmemizi istiyorsunuz. Biz zaten siparişleri günler öncesinden alıyoruz ki bu dediğiniz..."
Telefondaki genç adamın rahatsızlık dolu sesine tahammül edemeyip sözünü kestim dişlerimin arasından tıslayarak.
"Bakın beş yıldır Jongin'le tatile çıkabilmek için biriktirdiğim tüm parayı veririm. Oturup kendim yapmayı bile denedim ama Jongin yanmış şekerli kağıtlar yerine en sevdiği pastanenin macaronlarını yemek ister. Benden zaten nefret ediyor." Derin bir nefes alıp sabahki mutfak faciasını aklımdan sildikten sonra yalvarış dolu bir sesle devam ettim. "Lütfen. Gerekirse bir yıl para almadan yerlerinizi süpürürüm."
Bunun işe yaraması için dua ederken adamın etkilenmemiş sesiyle gerçek dünyaya geri dönmüştüm.
"Bak son kez söylüyorum. Sorun onu yapmak değil. Helikopterle bile yetiştiremeyiz. Tanrı aşkına, lise okuyorsun değil mi? Bunu anlamalısın. İstediğin şey im-kan-sız."
"Canın cehenneme! Kendim için istemiyorum anlamıyor musun? Bir daha ordan bir şey satın almayacağım! En azından Jongin'in bir dahaki doğum gününe kadar. Evet doğru duydun! Ses tonun da bir felaket!"
Telefonu kendimden uzaklaştırırken son bağırışlarımın ardından kapama tuşuna basıp kanepenin üstüne fırlattım. Hemen ardından da kendimi halının üstüne bırakıp tavandaki aydınlatmayı izlemeye başladım.
Mahvolmuştum. Yan odada Jongin uyuyordu ve ben on bir yıldır ilk kez onun doğum günü hazırlıkları için geç kalıyordum. Albümü hazırlamakla uğraşırken pastayı ihmal etmiştim ve anne babası tüm ayarlamayı bende bildiği için son anda haber vermemle Jeju'da Jongin'in en sevdiği pastayı bulmak için telaş içinde dolaşıyor olmalıydılar.
Her şeyi yüzüme gözüme bulaştırmanın verdiği karın ağrısıyla halının üstünde cenin pozisyonunda yatarken telefonumun çalmasıyla doğrulup yandaki yeşil kanepenin üstüne uzattım elimi. Telefonuma ulaşır ulaşmaz kapıp ekrandaki isme baktım.
"Bay Kim"
Lanet olsun. Elimi sertçe alnıma çarpıp ısırdığım dudağımı serbest bıraktım. Muhtemelen benden nefret ettiğini, oğluna yaşattığım hayal kırıklığı yüzünden beni asla affetmeyeceğini söyleyecekti. Ya da ben kendimden nefret ettiğim için durumu biraz fazla abartıyordum.
Tekrarlayan melodiyi Jongin uyanmasın diye susturup biraz daha ekrana baktım. Evet, kaçış yoktu. Telefonu açıp yavaşça kulağıma götürdüm.
"Efendim?"
"Baekhyun burda bir yerde macaronlu pasta bulduk. Jongin'in en sevdiği hangisiydi?"
Mutlulukla ayağa kalkıp sessiz sevinç çığlıklarımı bastırır bastırmaz cevap verdim.
"Karamelli!" Mutluluktan ses tonumu ayarlayamamıştım. Bulunduğum yerde yaylanırken heyecan içinde telefondaki sesle konuşmaya devam ettim. "Ama kreması mutlaka az şekerli olmalı. Biliyorsunuz, Jongin fazla tatlandırılmış şeylerden nefret eder."
"Tamam Baekhyun. Biz pastayı hallederken, sen Jongin'in iyi olduğundan emin ol. Bir şey olursa mutlaka bizi ara."
"Elbette! Lüften çabuk olun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sea Foam
FanfictionAma denizdeki köpükler gibiydi. Bir anda hayatımda beliren, yaşadığım her fırtınada inatla avucumda tutmaya çalıştığım, sönmesinden korktuğum, bana küçükken umudu anlattığı deniz köpükleri gibi, bizi kurtaracak o denizkızlarının nefesiyle dolu şans...