Balmorhea - The Winter
(Bu telefonunuzda hep dursun, bu hikayenin ara sıra akla gelen ve ikinci okuyuşunuzda nerelerde dinlemeniz gerektiğini bildiğiniz fon müziklerinden biri olsun.)-
14 yaşındaydık. Birlikte, aynı evde geçirdiğimiz sekizinci yılımızı doldurmuştuk. Onunkinden tam bir ay sonraki, 6 Ocak'taki doğum günüm geçmiş, Jongin'in "Ben senin abinim." içerikli konuşmaları son bulmuştu. 6 yaşından beri, her yılın bir ayı yapardı bunu.
Kemoterapisi bitmiş olsa da sonucundan bana kimse bahsetmiyordu. Annesine sorduğumda doktorla konuşacağız cümlesini duymaktan ve Jongin'i üzmemek için çenemi kapalı tutmaktan bıkmıştım. Bir sonraki aşamaya geçmekten bahsediyorladı sadece. Jongin'e yaklaşmayı bile düşleyemeyeceğim o lanet olası hastane aşaması.
Jongin'le odada otururken bunu düşünüyordum uzun uzun. Ben dönen koltukta elimdeki kalemle oynayıp kendimi çevirirken o önündeki testlerle uğraşıyordu.
"Dönmeyi kesip ders çalış. Seneye lisede olacağız."
Arkasına dönmeden konuştuğunda düşüncelerimden uyanmıştım. Koltuğumu masaya yaklaştırıp ona baktığımda o da yüzünü bana çevirmişti.
"Ne var?" Merakla bana bakıyordu. "Yine mi acıktın? Ne yapacağım ben senle?" Kollarını esnetirken arkasına yaslanmıştı ve ben hala ona bakıyordum.
Onu izlediğimi fark ettiğinde esnemeyi kesip, daha büyük bir merak ifadesiyle doğrulmuştu. Daha sonra alt dudağını ısırıp ifadesiz bir yüzle bana bakmaya başladı.
"Ben bu yüzü hatırlıyorum. Etrafta birileri varken osurduğunda da böyle bakıyordun."
Koltuğumu geri itip gözlerimdeki sabit bakışların yerine öfkeli bir ifadeye bürünmüştüm. "Ciddi bir şey düşünüyordum."
"Ne düşünüyordun söyle." Kendi koltuğunu da bana yaklaştırıp santimetreler bırakmıştı dizlerimiz arasında.
Parmaklarımı kütletirken meraklı gözlerine bakmaya başlamıştım donuk bakışlarla. Sonunda dayanamayıp, yumruğumu sıkarken fısıldamıştım.
"1 ay dedi doktor. O kadar zaman uzak yaşayacağız. Yediklerimiz, giydiklerimiz, odalarımız, her şey farklı olacak. Telefonun bile olmayacak. Sen karantinada gibiyken burda ben ne yapacağım?"
Gülümsedi. "Ayrı olmayacağız." Bir şey arar gibi etrafına bakınmaya başladı. Elleri bilinçsizce masanın üstünde gezerken defterinin üstünde durmuş ve bana bakmaya başlamıştı. "Bak, bununla hastaneden her gün yediğim iğrenç yemeklerden üstümdeki giysilerin rengine kadar sana rapor yazağım. Ve babam sana iletecek. Hem zaten hastane süreci sadece bir ay. Sonra eve döneceğim."
"Bu çok saçma bi fikir." dediğimde ayağa kalkıp sandalyemden tuttuğu gibi beni masanın önüne itmişti.
"N'apıyorsun?"
"Tatbikat yapıyorum. Ben olmasam neler yazardın görelim."
"Ben de mi yazacağım?" Gözlerimi merakla açıp ona bakmıştım.
"Ne sanıyordun? Benim seni merak etmeyeceğimi mi?" Gülümseyip yeniden sandalyesine geçtiği. Ben de bir kalem çıkarıp defterin ilk sayfasını açmıştım.
"Sevgili Jongin."
Jongin şaşırmış gibi yapıp ardından gülmeye başlamıştı. "Bu çok sıradan. Tanrım hiç kitap okumaz mısın sen?"
"Bilmiyorum işte! Ne yazabilirim ki?" Kalemi masaya bırakıp saçlarımı karıştırmıştım. "Kolaysa sen yaz."
"Kolay tabii." Kalemi alıp kıçıyla koltuğumu yana kaydırmış ve defterin başına geçmişti. Merakla yazacaklarını bekliyordum çünkü gülümsemeye başlamıştı. Kalemi kağıda hafifçe vururken gözlerini benden ayırdı ve ilham gelmiş gibi mutlu bir ifadeyle yazmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sea Foam
FanfictionAma denizdeki köpükler gibiydi. Bir anda hayatımda beliren, yaşadığım her fırtınada inatla avucumda tutmaya çalıştığım, sönmesinden korktuğum, bana küçükken umudu anlattığı deniz köpükleri gibi, bizi kurtaracak o denizkızlarının nefesiyle dolu şans...