Seoul tatilimizin, Jongin'e sarılarak daldığım uykudan onun yüzüyle uyandığım son sabahıydı. Yine güneşten önce gülüşünün ışıltısı vurmuştu yüzüme. Yine başımdaydı. Sanki en sevdiği görüntüyü hüzünle izler gibi, onu izlemeye devam etme isteği ve o görüntünün can bulması arasında seçim yapamaz gibiydi bakışları. Gözlerimi açtığımda o görüntünün can bulmasıyla huzura daha da yaklaşmış gibi parlamıştı gülümsemesi.
"Günaydın." Sanki hala uyanmamışım da ses çıkararak beni rahatsız etmemeliymiş gibi sevgiyle fısıldadı. Kocaman açtığı gözleri parlıyor, dudakları dünyanın en güzel manzarasına karşı durur gibi içtenlikle gülümsüyordu. "Ben mi uyandırdım?"
Yeni uyandığım için değil, onu bu denli güzel bakarken gördüğüm için ilk anda bir cevap verememiştim. Ben de gülümsedim, benim gülümsememle onun gülüşü biraz daha büyüdü. Yine fısıltıyla, "Saat daha erken, biraz daha uyu." derken başını hafifçe bana doğru eğdi. "Uykun var mı?"
Hipnotize olmuş gibi bakıp kaldım. Onun bana gösterdiği her türden şevkate alışıktım, onu çocukluğundan beri tanıyor, bana karşı her davranışını ezbere biliyordum. Ama bu çok farklıydı. Sanki aradan geçen yıllarda onun gençlik çağına attığı ilk adımı kaçırmıştım ve devamına yabancı kalmıştım. Çocukken beni üzgün gördüğünde benimle oyuncağını paylaşan kardeşimin büyüdüğünde sevdiğine karşı nasıl biri olacağını düşünmek hiç aklıma gelmemişti ama şimdi o haliyle karşı karşıyaydım. Üşümemem için üstümü örtmesi gibi, küçükken ağladığımda bana oyuncağını vermesi gibi değildi. Jongin genç bir erkek olmuştu; en yakın arkadaşına, içten içe sevip de adını koyamadığı hisler beslediği çocuğa karşı çocuk yaşında gösterdiği ilgi ve şevkat de onunla birlikte büyümüştü. Demek on bir yılımı birlikte geçirdiğim o küçük çocuk büyüdüğünde sevdiğine böyle bakacaktı, böyle gülecek, bakışları böyle titreyecekti. Onun büyüdüğünü görüyordum. Her tavrının da kendisi gibi güzel büyüdüğünü, sahip olduğu her sıfatı hakkıyla taşıdığını görüyordum. Birine yüreğiyle bağlanmış genç Jongin'i görüyordum.
"Çok... güzel..." dedim saf bir ifadeyle, yattığım yerden dalgınca ona bakıp gülümserken. "Çok güzel olmuşsun."
"Ne?" Şöyle bir geri çekilip kendi üstüne baktı. Biraz daha geniş bir gülümsemeyle üstüne bakarken elleriyle saçlarını düzeltti. Sesi fısıltıdan normal tonuna dönmüştü. "Güzel mi olmuşum? diye sorarken tekrar bana baktı. "Tişört giydim, ev sıcak... Bir de duş aldım, saçımı da taramadım bile..."
Dudağımın bir kenarı biraz daha kıvrılırken gözlerimin dolduğunu hissettim. Ona ne kadar büyüdüğünü, benden hızlı, benden güzel büyüdüğünü söylemek gelmişti içimden. Bunun yerine sadece bakmaya devam ettim. O hala söylediğim şeyde maddi bir anlam arıyor ve arada bana bakıp arada da keyifle kendini incelemeye devam ediyordu.
"Bu sabah gözüme daha güzel göründün." dedim, yeni uyandığım için uzun bir cümle kurmayı denememle sesim biraz çatlamıştı. "Hepsi bu..."
"İnsan özleyince daha güzel görürmüş." Yine hafifçe bana doğru eğildi, sağ elini yanağıma getirip kendi kendini onaylarcasına başını salladı. "Sekiz saatte beni özlemene mi sevineyim, rüyanda beni görmemene mi üzüleyim?"
"Özledim diye rüyamda görmediğim sonucuna varamazsın." Avcunun içinde kalan dudağımın diğer kısmı da kıvrıldı. "Canlı kanlı yanımdasın, gündüzleri bile seni özlerken rüyamda görmemle yetinir miydim koskoca sekiz saat boyunca?"
"Şu an... bu sözlerinle rüyanda beni gördüğünden emin oldum. Çünkü epey düşünülmüş gibiler."
Ben gülümsemeye devam ederken yaklaşıp elini hafifçe kenara alarak dudağımın kenarına küçük bir öpücük bıraktı, yüzümün tamamını görebilecek kadar geri çekilip yakından baktı. Kaşlarıma, gözlerime, burnuma, dudaklarıma, yanaklarıma, en son saçlarıma... Hepsinde birkaç saniye durdu, hepsini aklına kazımak istercesine uzun uzun inceledi. Devamında gözleri benimkilerde durdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sea Foam
FanfictionAma denizdeki köpükler gibiydi. Bir anda hayatımda beliren, yaşadığım her fırtınada inatla avucumda tutmaya çalıştığım, sönmesinden korktuğum, bana küçükken umudu anlattığı deniz köpükleri gibi, bizi kurtaracak o denizkızlarının nefesiyle dolu şans...