Tüm yorgunluğumuza rağmen, eve Jongin'le anlaştığımız gibi bulutların üstünde girmiştik. Annem bizi kapıda karşılamış, Bay Kim ise kanepede uyuklarken bizim sesimize uyanmıştı.
"Saat 12 oldu..."
Jongin, annesinin şikayet eden yüzüne bakıp tüm samimiyetiyle gülümsüyordu. Ve umursamadan ona sarıldığında annemle göz göze gelmiştik. Az önceki hesap sormaya giden cümlesi yarıda kalmış ve yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu.
"Seni çok özledim anne. Yani sadece sana yıllardır yokmuşum gibi gelmedi, benim de aklım burdaydı."
Jongin geri çekilirken annemin yüzündeki gülümsemeye bir tür şaşkınlık da eklenmişti.
"Biz çok eğlendik, o yüzden aklım sizde kaldı."
Bay Kim kanepenin sırtına tutunmuş, tavşan gibi ürkek bakışlarla bizi izlerken, Jongin beni çekiştirip merdivenlere yönelmişti. "Biraz geç kaldık ama sohbet öyle güzeldi ki... Yena isimli bir kafe var, biraz uzakta ama kahvesi ve manzarası muhteşem. Daha sonra sizi de götürelim. Şimdi bizim bir an önce çantaları hazırlayıp uyumamız gerekiyor. Uçak sabah 9'da."
O merdivenleri koşar adım çıkarken ben de arkasından gidiyordum. Annemin -yalandan da olsa- eğlendiğimize sevindiğiyle ilgili sözlerine karşılık verip Jongin'in arkasından odaya girdim.
Arkadan girip kapıyı kapattığımda Jongin gidip yatağına uzanmıştı bile. Derin derin nefes alırken gözü boşluğa dikilmiş ve gülümsemesi sönmüştü.
"Belli etmedim değil mi?"
"Hayır..." Çantamı sırtımdan atıp yatağına oturdum. Üstündeki montu onun da yardımıyla çıkarıp kenara bıraktım. "Sanırım şu saniyeye kadar ben de inanmıştım."
Yorgunlukla gülümseyip bana baktı ve montundan kurtulmuş olmanın rahatlığıyla yatağına daha da yayıldı. "Senin de repliklerin vardı ama hiç kullanmadın. Butün rolü ben tek başıma üstlendim. Ceza olarak çantaları sen hazırlıyorsun."
Yan bir gülüşle baktım. "Zaten öyle olacaktı bunu sen de biliyorsun."
Kalkıp Jongin'e üstünü değiştirmesi için kıyafet ayarladım. O giyinirken ben de dolabın üstünden büyük sırt çantalarımızı indirip yere atmıştım. Dolaptan gerekli gördüğüm her şeyi bir bir katlayıp (daha çok kendi çantama) yerleştiriyordum. Yedek kazaklar, yedek pantolonlar, birkaç hırka ve atkı, yedek battaniye...
Jongin'in uzandığı yerden bana hitap etmesiyle bakışlarım o yöne çevrilmişti.
"Baekhyun, Seoul'deki evde de battaniye olduğundan eminim."
Alaycı yüzünü görmezden geldim. "Orda olabilir ama dışarıda yok. Seoul burdan çok daha soğuk. Hem sen işime karışma, cezalı olan benim."
"Peki..." Yattığı yerden ellerini iki yana açıp gülümsedi. "Karışmıyorum."
10-15 dakika sonra, benim işim tamamen bittiğinde, Jongin yorgunluğunu az da olsa atabilmiş ve uyuşukça kalkıp yanıma gelmişti. Yaklaşırken gözlerine şüpheli bakışlar yerleşti. Karşıma oturup iki eliyle iki çantayı tartmak ister gibi havaya kaldırdı.
"Merakımdan soruyorum..." İkisini de yere geri bırakıp kendi çantasının fermuarını açtı ve içine baktı. "Benimkinde neden sadece çoraplar ve ilaçlar var?"
"İlk kendiminkini doldurdum. Seninkine pek bir şey kalmadı."
"Elbette... Eminim öyle olmuştur ama..." Benim çantamı da açıp içindekileri kendininkine aktarmaya başlamıştı. "İkizler her şeyi ortak paylaşır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sea Foam
Hayran KurguAma denizdeki köpükler gibiydi. Bir anda hayatımda beliren, yaşadığım her fırtınada inatla avucumda tutmaya çalıştığım, sönmesinden korktuğum, bana küçükken umudu anlattığı deniz köpükleri gibi, bizi kurtaracak o denizkızlarının nefesiyle dolu şans...