O gece oturduğum sandalyede uyuklamıştım. Jongin'in de benim de gittiğimiz bir okul yoktu zaten, nerde olduğum önemli değildi ama ailesi sürekli beni eve götürmek istiyordu. Annesini her gördüğümde ağlıyor ve eşi tarafından teselli ediliyordu. Karı koca perişan haldelerdi. Benim de orda olmamı, onları o halde görmemi istemiyorlardı.Jongin'in hastalığından bana yeterince zaman ayıramıyor olsalar da biliyordum, beni onun kadar seviyor ve düşünüyorlardı. Annesi hiç sahip olmadığım anne şefkatini göstermişti bana. Babası tanıdığım en neşeli insandı. Ne istersek bizim için satın alıyor, Jongin'le beni tatlıya ve son çıkan oyuncaklara boğuyordu.
Artık 13 yaşında olduğumuz için Jongin'in ilgisini oyuncaklar değil, bilgisayar oyunları, futbol ve basketbol maçları çekmeye başlamıştı. Onun her ilgi alanını ben de ediniyor, ne severse ben de seviyordum. Babası her istediği oyunu alıyor, istediği her maça götürüyordu. Dışarıda oynayamayacağı için sadece izlemekle yetiniyor olsa da bundan bir an bile şikayet etmiyor, sahip olduklarından ve yapabildiklerinden mutluluk duyuyordu.
Ben bazen evde sıkıntıdan ölecek gibi olduğumuzda sitenin basketbol sahasında diğer çocuklarla oynardım. O da kenardaki bankta oturup beni izlerdi. Ara sıra sayı yaptığımda ayağa kalkıp neşeyle çığlıklar atar ya da benim takımım adıma tezahüratlar yapardı. Altında oynayacakmış gibi hep şortu olurdu. Hep dışarı çıkmak için giyinirdi. Ama sadece izleyebilirdi. Gülümseyerek, eve girene dek beni izlerdi.
Bunu en son yine o hastanede kaldığımız geceden birkaç gün önce yapmıştık ve annesi durumu sürekli o gün dışarı çıkmasına bağlayıp ağlarken babası benim üzüldüğümü görüp annesini sakinleştirmeye çalışmıştı. Yine kendimi suçluyordum çünkü. Hastanede geçen o bir gün ve yine yapılan tonla testin arkasından eve dönmüştük. Anne babası doktorla konuşurken beni asla yanlarına sokmuyordu. Jongin neyse ben de oydum çünkü. O ne biliyorsa ben de o kadarını biliyordum.
Sadece psikopat gibi hastalığını araştırıyordum. Yapılması gerekenleri, yapmamam ve yapmaması gerekenleri ailesinden daha iyi biliyordum. Sürekli yanındaydım, her hareketine dikkat ediyor, gözüm gibi koruyup kolluyordum. Hastalığı lösemiydi. 8 yaşında o gece fark ettiğimizden beri... Ailesinin, halsizliğini ve bir defa dengesini kaybedip yere düşmesini o geceden önce ciddiye almadığını, burun kanamasının aslında ilk belirtisi olmadığını sonradan öğrenmiştim.
İlaç tedavileri görmüştü. O zaman daha çok küçüktük. En kesin çözüm ilik nakli olsa da uzun süren bekleyişleri hiçbir işe yaramamıştı. Annesinin Jongin doğduktan sonra geçirdiği kaza ve olduğu ameliyat yüzünden hiçbir şekilde çocuğu olmayacaktı. Belki kesin olarak iyileşmesi için var olan en büyük şanslarını kaybetmişlerdi. Bu yüzden sadece uygun iliğin bulunması için bekliyorlardı.
Hastalığın nüksedip ilerlemesiyle baştaki çözümler işe yaramaz olmuştu. Ertesi sabah döndüğümüzde kemoterapi alacağını öğrenmiştim. Küçükken de buna benzer şeyler olmuştu ama ne anlama geldiğini bilmiyordum.
Babası bizi Jongin'in en sevdiği pastaneye götürmüştü. Macaronlar ve kremalı kekler sipariş edip masaya geçmiştik. Sonra sakince anlatmaya başladı. İkimiz de merakla onu dinliyorduk.
"Nasıl hissediyorsun Jongin?" Geniş gülümsemesiyle Jongin'e ve ardından bana baktı. "Tabii önce sana sormalıyım. Bizden daha fazla yoruldun."
"Yorulmadım." Kafamı sağa sola çevirip Jongin'e baktım. "İkimiz de gayet iyiyiz."
"Oğlum." Babası gülümseyerek Jongin'e döndü bu kez. İkimiz de susup merakla ona bakarken tam devam edeceği sırada pastalarımız ve içeceklerimiz gelmişti. Garson kız onları önümüze bırakırken babası teşekkür edip konuşmaya devam etti. Ama biz o konuşurken kocaman kremalı kek dilimlerimizle ilgileniyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sea Foam
FanfictionAma denizdeki köpükler gibiydi. Bir anda hayatımda beliren, yaşadığım her fırtınada inatla avucumda tutmaya çalıştığım, sönmesinden korktuğum, bana küçükken umudu anlattığı deniz köpükleri gibi, bizi kurtaracak o denizkızlarının nefesiyle dolu şans...