Passenger - Walk in the Rain
-
"Babamın öldüğünü öğrendiğim günün akşamıydı. Odanda, dolabının arkasına saklanmış sessiz sessiz baba diye ağlıyordum. Odada yalnız olduğu sanıyordum ama beklemediğim bir anda avcumda bir oyuncak görmüştüm. Bana şirketteyken dokunmama bile izin vermediğin oyuncak uçağını vermiştin. Acımı o an nasıl bastırabilirdi ki bu? Fark etmeden bana şu anım için bir teselli vermiştin aslında. O an ağlamayı kesememiştim. Ama büyüdükçe hatırladığım o anı bana güç verdi. 6 yaşında birinin kalbi vardı oyuncağımda. Hiç yalnız hissetmedim. O günlerimi değil ama koca bir hayatımı yalnızlıktan kurtardın."
-
Yaşadığım 17 yılda hayatım sayısız parçaya bölünmüş, sayısız döneme ayrılmıştı. Aniden beni yeni bir döngüye sokan sayısız an yaşamıştım. Suya küçük şekiller veren küçük kaya parçalarının olduğu durgun bir nehir yatağı değil; beklenmedik anlarda gökten meteor düşmüş gibi dalgalanıp, rotasında seyreden gemimi alabora eden fırtınalı bir denizdi hayatım. Her seferinde çıkıp yeniden bir yola giriyor, bir sonraki fırtınaya kadar da habersizce yaşamaya devam ediyordum.
Şimdi o fırtınaların birinden daha çıkmış, hava dinginleşirken fırtınanın geride bıraktıklarıyla tanışıyordum. Yine her şeye yeni baştan başlayacaktım.
İlk sabah her zaman zor olurdu. Babamı kaybettiğimi öğrendikten sonraki ilk sabahım, Jongin'in hasta olduğunu öğrendikten sonraki ilk sabahım, her yanıtsız tedavisinden sonraki ilk sabahım, Jongin'in aramızdaki her şeyi kesip atmasından sonraki ilk sabahım... Ve bu sabah...
Bu sabah, barındırdığı duygu bakımından öncekiler kadar acı olmasa da, içlerinde en düşünmediğim, aklımın en boş olduğu sabahtı. Gece onun uyumasını beklediğim saatler boyu söylediği her cümleyi tekrar tekrar düşünmüş, anlatmaya çalıştığı her duyguyu anlamak için aklımın içinde tekrar tekrar yaşamıştım. Ama uyandığımda hepsi bitmiş gibiydi. Kafamın içinde silinmiş koca bir 3 yıl ve sessizlik vardı.
Dışarıya da sessizlik hakimdi. Her zamanki gibi arsızca onunla konuşamıyordum. Uyandığımızın tek belirtisi, açılan iki çift şişmiş göz olmalıydı. Kendi yatağımda bomboş bir beyinle uyandığımda onun kıpırtılarını duysam da yerimden milim oynamamıştım. Arkamı dönüp yatağına bakarak ona günaydın demeyi düşünmüş olsam da yapamamış, onun da uyanmasından sonraki on dakikayı yatakta uzanıp tavanı izleyerek geçirmiştim.
İkimizin de bir şey yapmadan yatakta uzandığımız fikrini Jongin'in yatağına çarpan bir şeyin sesini duymam değiştirmişti. Refleks olarak kafamı çevirip baktığımda Jongin'i yatağına oturmuş, yoyosunu oynamaya çalışırken görmüştüm. Sese dönüp bakmamla o da benimkilerden farksız durumdaki gözlerini bana çevirmiş, silik bir gülümsemeyle bozulan yoyosunu toplayıp ipini tekrar sarmaya başlamıştı. "Üzgünüm. Hala kontrol etmekte zorlanıyorum, düşündüğümden daha zor."
Bir şey demeden yataktaki yönümü tamamen ona çevirdim. Jongin kolunu kaldırdıkça daha da kontrolden çıkan yoyosu ve Jongin'in onunla baş etmeye çalışmasını izliyordum. Dönen yoyonun ipe sürterek çıkardığı ses dışında, Jongin konuşmaya başlayana kadar odada hiçbir ses yoktu.
"Bunu fırlattığımda geri gelmesi, seni fırlattığımda geri dönmen kadar kısa sürmüyor."
Söylediğine ve söylerkenki ciddi, dikkatli ifadesine bakıp gülümsedim. Yüzünde dün gecenin enkazı yokmuş gibi pür dikkat elindeki aşağı yukarı sallanan oyuncağa bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sea Foam
FanfictionAma denizdeki köpükler gibiydi. Bir anda hayatımda beliren, yaşadığım her fırtınada inatla avucumda tutmaya çalıştığım, sönmesinden korktuğum, bana küçükken umudu anlattığı deniz köpükleri gibi, bizi kurtaracak o denizkızlarının nefesiyle dolu şans...