21. Bölüm "Binlerce Işık ve Toz Taneleri"

338 69 25
                                    

Shamrain - Raindrops

-

Uzanıp izlediğim yerden gördüğüm hayat nasıl kolaydı. Sahilden bakınca, gökyüzünün en sevdiğim renginden bakınca, karşımda nefes alan en güzel manzaramdan bakınca, içimde habersizliğin huzuruyla hayatı sadece görebildiklerimden ibaret sanırken, içine bilmediklerim eklenmeden nasıl da güzeldi.

Eski evimize en yakın parkta, çocukken hep geldiğimiz biri kırmızı, diğeri soluk gri iki salıncaktan gri olanda, saati 7 gösteren cevapsız aramalarla dolu bir telefonla oturuyor ve ayaklarım yere sürterken karşıdaki kocaman ağacı izliyordum.

Küçükken bu salıncaklara binip son hızla sallanırken yukarı vardığımızda o ağacın içine girip kaybolacakmışız gibi hissederdim. Şimdi sallanmıyordum ya da o ağacın gözüme eskisi kadar devasa göründüğü söylenemezdi. Ama hala içine girip kaybolacak gibi hissediyordum.

Artık 6 değil, 17 yaşındaydım. 17 yaşında birinin Aralık ayında, akşam saat 7'de bir çocuk parkında tek başına oturması için muhakkak bir sebebi olmalıydı.

Buraya dair anılarım gözümde mutlu bir çocukluk canlandırıyordu. Parlak, güneşli bir gün; ellerinde abur cuburlarla koşuşturan 6 yaşında iki çocuk, anneleri ve babaları, başında kavga ettikleri kırmızı salıncak, diğer çocuklar, oyunlar...

11 yıl sonra bu eski parka yeniden misafir olmuştum, o günlerin aksine hava soğuk ve karanlık, etraf boş ve sessizdi. O zamanlar neşe içinde sallanırken zincirlere tutunan ellerim şimdi üşüyor ve ceplerime saklanıyordu. Kendimce bir sebep beni buraya getirmişti. Sanki güneşi, mutluluğu, çocukluğu burda bırakmıştım. Ama her nereye bırakmışsam, geldiğim halde bulamamıştım. Sanki onu bırakmamış da kaybetmiştim. Şimdi bu parlak çocukluk anılarımı canlandıran çocuk parkına bile üstümde koca bir karanlık ve fırtınayla gelmiştim.

Dakikada üç kez, neredeyse aralıksız çalan telefonumu ne küskünlükten, ne de öfkeden açmıyordum. Sadece hissetmiyordum bile. Montumun cebinde titriyor olsa bile o titreşimin elimden girip zihin duvarımı aşması bile sadece düşüncelerimin arasındaki küçük boşluklarda mümkün oluyordu.

Bir fırtına sonram daha sessiz ve hissizdi. Anlık korku, vücudumun bana sormadan verdiği şok tepkisi, mimiklerimdeki donma ve bağırma isteği ilk 2 dakikada kalmış, şimdi yine geriye düşüncelerimin enkazını bırakmıştı. Ne ses, ne his, ne de manalı bir bakış taşıyan bedenim eski bir salıncakta ölümü bekler gibiydi.

Yine o düşüncelerimin arasındaki boşlukta anlık gelen bir hisle telefonu elime aldığımda bitmek bilmeyen o arama ekranıyla karşılaşmıştım, bu seferki Bay Kim'di. Açıp kulağıma götürdüğüm telefondan adeta bir çığlık yükselmişti.

"Tanrı aşkına Baekhyun! Hepimizi meraktan öldürdün! Hemen Jongin'i ara, seni aramak için çoktan dışarı çıkmıştır."

"Bay Kim." Yatıştırmak veya bir bahane anlatmak için değil, başta nefesim bu kadarına yettiği için sadece adını söyleyebilmiştim. Ama ses tonum onu da duraksatmış ve bana düşünmem için birkaç saniye vermişti. "Tedavinin bitmesi ne demek oluyor? Doktor iyileşmesi için birebir uygulanan tedavilerin altı ay önce kesildiğini söyledi. Bu şimdiki kontroller, verilen ilaçlar ne için?"

Her zaman yaptığı gibi cümlem biter bitmez içimi rahatlatacak sözler sıralamamıştı. Ben, "Merak etme..." veya "Bu sadece..." ile başlayan klasik cümlelerini bile duymaya razı olmuşken o, saniyelerce sadece susmaktan başka bir şey yapmadığında ayağa fırlayıp boş parkta sesimin çıktığı kadar bağırmıştım.

"Biliyordunuz!" O gri salıncak bacaklarıma çarptığında bir adım ileri gitmiş ve yine avazım çıktığınca bağırmıştım. Sonunda hissiz bir ceset gibi sessiz oturmak yerine öfkem ağzımdan birkaç kelimeyle çıktığı için donmuş yüzüme sıcak birkaç damla gözyaşı düşmüştü. Mümkün olabilecek en yüksek, en tiz haliyle şimdiye kadar attığım en büyük çığlığı atmıştım. "Hepsini biliyordunuz!

Sea FoamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin