Coldplay - Gravity-
Bir fırtına, ve bir fırtına daha... Kaçıncı olduğunu saymadım. Tek bildiğim en güzel fırtınam olduğuydu.
Bu fırtınada yalnız değildim, elimi biri tutuyordu. Enkaz yoktu, yıkım yoktu. Aksine eski fırtınalarımda benden kopan parçalar birinin avcunda bir araya gelmişti.
Üstümüzde kar yağıyor, elim onun avcunda, adım attığım yerlere kardelen tohumları serpiyordu.
Başka bir sokağa girdiğimizde bir motelin önünde gördüğümüz küçük papatya gibiydi yaşadığım. Etrafında bir ot bile yokken bir saate yakın zamandır yağan karın örtemediği, tek başına toprağa tutunmuş papatya gibi. Jongin yaklaşıp ona incitmekten korkar gibi dokunup gülümseyerek başını bana çevirdi.
"Gerçekten toprağa tutunuyor, başta biri onu buraya bıraktı sanmıştım."
"Belki yine de biri bırakmıştır." dedim. Tuttuğum elinden onu tekrar yanına çektim ve düşünceli bir ifadeyle baktım. "Belki biri bırakmıştır ve o da toprağını çok sevmiştir."
"Senin gibi." dedi.
Gülümsemem büyüdü. Az önce ona takması için verdiğim bereyi düzelttim, saçlarını tutam tutam içeri soktum. "Benim gibi..."
Yine elleri yanaklarımı buldu, gülüşüme biraz daha ışık ekledi. "İyi ki geldin. İyi ki toprağını sevdin, iyi ki bana tutundun, daha birbirine tutunamamış bu toprağa tutundun, bana can verdin."
Gelip geçen insanlar flulaşıyordu. Görüşümde sadece o ve üstümüze yağan kar netti.
"İyi ki benimle büyüdün, iyi ki çocukluk arkadaşım oldun, iyi ki kardeşim oldun, iyi ki sevgilimsin."
Duymak tuhaf hissettiriyordu. Midemde koca bir ağrı şimşek gibi çaktığında yüzümün renginden habersizdim. Avcunun altında kalmış yanağıma elini çekip tekrar baktı ve daha güzel güldü. "Kız allığı çok abartmış."
Ona abartılmış hislerimle de ilgili söyleyecek çok şeyim vardı ama sadece susup onun gibi gülebiliyordum. Yanaklarımın üstündeki üşümüş ellerini kavrayıp yalnızca güldüm, güldük.
Karşı karşıya durup, birbirimize bakıp gülebilmemiz çok şey demekti. Gözlerimizin en içinden gelen gülüşlerimizin birbirini bulması çok şey demekti. Ellerimizin, gözlerimizin, gülüşlerimizin birbirini bulması bu şehirde başka kimsenin anlayamayacağı kadar çok şey demekti. Buhar olup havaya karışan nefesi çok şey demekti.
Sanki en güzel hayat benimkiydi, sanki hiç ağlamamıştım. Gülüşü korkularımdan daha büyüktü.
"Gel, geç olmadan biraz daha dolaşalım." Elleriyle benim ellerimi kavrayıp yere indirdi. "Hala bizim yaşımızda kimseye rastlamadık." Ucunda durduğumuz sokaktan beni içeri sürüklerken etrafına bakıyordu. "Buralarda oyun salonu var mıdır?"
"Buralarda bu saatte açık oyun salonu var mıdır diye sormalıydın." Hızlı adımlarla ilerlerken sokağın giderek tenhalaştığını fark ediyordum. Geride kalan caddeler gibi kalabalık değildi, hatta tek tük insan hızlıca gelip geçiyordu.
"Oyun salonları neden erken kapatsın ki?"
Gözlerim binalara takılıydı. Uzun bir yolu geride bırakmıştık, sokağın çıkışındaki motel çok uzakta kalmıştı. Artık sadece taş binalar, ve bir zamanlar neon olduğunu sandığım tabelalar vardı, birkaçı yanıyor, birkaçı sadece diğerlerinin ışığıyla aydınlanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sea Foam
FanfictionAma denizdeki köpükler gibiydi. Bir anda hayatımda beliren, yaşadığım her fırtınada inatla avucumda tutmaya çalıştığım, sönmesinden korktuğum, bana küçükken umudu anlattığı deniz köpükleri gibi, bizi kurtaracak o denizkızlarının nefesiyle dolu şans...