23. Bölüm

1.7K 155 130
                                    

PAMUK PRENS isimli bxb kitabıma hepinizi bekliyorum. Özellikle femboy severleri :)

İyi okumalar.

*

Hayatta bazı anlar vardır ölüm ve yaşam arasında kalan. Bir adım öncesi cennetken bir adım sonrası uçurum olur, cehennem olur. Yanarsın. İşte Draco ve Harry de o çizgideydiler tam. Bir adım öncesi cennet, bir adım sonrası uçurumdu onlara.

Draco ve Lucius gittikten sonra Harry Büyük Salona gelmişti. Ron ve Hermione'yi orada sohbet ederken bulmuştu. Yanlarına oturup olanları anlatmıştı ikiliye. Hiç kimse ne olacağını bilmiyordu artık. Belki Draco senenin geri kalanında okula gelmeyecekti bile. Belki dönecek ama Harry'yi bırakacaktı.

Kendisini bırakırsa ona kızmayacaktı Harry. Kendi kalp ağrısı için ne Draco'yu peşinden sürükleyebilirdi ne de savaşmaya zorlayabilirdi onu. Kendi ağrısıyla baş edecekti.

Herkes kendi yangınında yanıyordu. Herkes kendi yangınında sorumluydu.

Babam veya başkası öğrenirse çiçeklerine sahip çıkacağım, demişti Draco ona. Söz vermişti. Sözünü tutabilecek miydi? Tutamazsa ne olacaktı?

Ron ve Hermione onu her şeyin düzeleceğine, Draco'nun onu bırakmayacağına ikna etmeye çalışıyorlardı. Harry ise düşünüyordu, ya söylenilenler gibi olmazsa? Draco onu sevmişti, evet, ama bu gelecekte ve kocaman bir sonsuzlukta da seveceği anlamına gelmiyordu.

Görüş alanının bulanıklaşmasından gözlerinin dolduğunu anladı. Kırpıştırıp yaşlarının akmasına engel oldu. Kocaman bir yumru vardı boğazında, gitmesi için sayısız kere yutkunuyor ama o yumru gitmiyordu. Göz kapakları ağırlaşmıştı sanki, ağlamak istiyordu. Hayatının geriye kalan her saniyesini ağlayarak geçirmek istiyordu. Kim demişti erkekler ağlamaz diye? Kim dediyse Harry'yi görmeliydi şuan. Çünkü o hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Ve biliyordu eğer insanlar olmasaydı etrafta ağlardı da.

Pansy'nin Büyük Salona girer girmez Harry'ye doğru gelmesiyle sıkışan kalbi yerinden çıkmak istercesine atmaya başladı. Draco ile ilgili bir şey mi olmuştu? Gelmiş miydi?

"Potter, Draco'yu gördün mü? Saatlerdir ortalarda yok."

Pansy'nin sorusuyla içindeki tek umut kırıntısı da yok olmuştu anında. Haberi bile yoktu ki kızın. Cevap verecek gücü kendinde bulamadığından önüne döndü.

"Otursana," dedi Hermione, Pansy'ye doğru. Harry'nin yanıtlayamacağını anlayınca ipleri kendi eline almıştı. Pansy kötü bir şeyler olduğunu hissetmiş gibi hızla oturdu. Oturduğu masanın Gryffindor masası olduğunu bile umursamadı. Siyah, kısa saçlarının bir tutamını kulağının arkasına iliştirdi. "Bir sorun yok, değil mi?"

"Bir sorun yok," dedi Ron. Pansy tuttuğu nefesi verdiği sırada, "Birden fazla sorun var." diye ekledi ve Pansy'nin kahverengi gözleri fal taşı gibi irikeşti.

Hermione, Ron'un kolunu cimcikleyip tekrar Pansy'ye döndü. "Harry ve Draco Karagölde vakit geçirdikleri sırada Lucius Malfoy gelmiş ve Draco'yu alıp götürmüş."

"Azkaban'dan nasıl çıkmış?"

"Bilmiyoruz çıkmış işte, çıkar çıkmaz da gelip bunları basmış."

"Ama neden birden bire okula gelsin ki?"

"Birden bire değil," diyerek Pansy ve Hermione arasındaki konuya daldı Harry. "Lucius Mr. Crabbe ve Mr. Goyle'dan mektup aldığını söyledi. Muhtemelen doğru mu diye kontrol etmek için geldi ve cevabı fazlasıyla aldı."

Flowers On My Skin | DrarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin