count the lost stars.
Kış ızdırap dolu geçiyordu, bitmesine çok az kalmıştı. Gece hayatı boyunca birçok açıdan sıkıntı yaşayan ve bu sayede acının her türlüsünü yaşadığını düşünen bir çocuktu ancak arkasında bırakmak üzere olduğu kış bambaşka bir acı ölçüsü kazandırmıştı. Kan kustuğu, başının çatladığı ve teninin her geçen gün biraz daha solduğu inanılmaz bir kıştı. Ama bunların yanında ona çok daha fazla acı veren önemli bir yas duygusu tattırdı.
Babasının ölümü içinde kalan son mutluluğu da almıştı.
İşten dönmesi gereken bir akşam onun yerine kulağa rahatsızlık veren, berbat bir melodi ile- aslında annesinin her zamanki melodisiydi ama hissettirdikleri başkaydı- telefon geldi. Böylece babasının çok basit bir trafik kazasında öldüğünü, çok acelesiz, kolay bir haberle öğrendi. Yaşadığı olağanüstü zor ve paranormal(?) hayatta ne olursa olsun çok sevdiği kişinin bu kadar normal, insan hatası sebebiyle ölmesi Gece'ye ağır gelmişti. Düşündü, demek ki hayatında kolaylıklar olabiliyordu. O kadar da farklı ve özel değildi. Günden güne eriyorken böyle büyük bir yasla mücadele etmesi sanki her şeyi olması gerekenden birkaç tık daha hızlandırmıştı.
Mezarlığın sonundaki, kışın yıprattığı ağaç ile bakışıyorken burnunu çekti. Bitap düşmüş, güzelliğini kışa vermiş ağaçla benzer hissediyordu. Boynuna doladığı yeşil büyük atkıyı omzundan geriye attı, iyice dolanmasını sağladı. Son zamanlarda çok üşüyordu. Ve bu olağanüstü üşümesini bir daha üşüyemeyecek olmasına bağlıyordu. Düşündüğü buydu, bir daha hiçbir şey hissedemeyeceğini ve tamamen şeffaflaşıp solacağını düşünüyordu.
Arkasında, onunla aksi yöne bakan bedene omzunun üzerinden baktı. Eskisinden daha heybetli gözüken omuzlara baktığında kirpikleri titremişti. Dudaklarını ısırıp başını hafifçe eğdi, bekledi. Bekledi ancak son zamanlarda olduğu gibi yine Gündüz hiçbir şey söylemeden öylece duruyor, gözleri başka yere bakabilen bir yansıma hatta gölge gibi Gece'yi takip ediyordu. Babasının ölümü diğer çocuğu etkilemedi. Aksine hak ettiğini, hatta geç kaldığını düşünüyordu.
Gündüz artık tamamen siyahtı.
Gece bunu biliyor, hissediyordu.
Onu tanımıyormuş gibiydi.
Hiç tanımamış gibi.Turuncu gözlerin tüm karanlığına, suskunluğuna rağmen eskisinden daha sağlıklı ve canlı gözüktüğü bir gerçekti. Gece aptal bir çocuk değildi. En azından konu sevdiği insanlarla ilgili karar vermek olmadığında aptal değildi. Gündüz ile yavaş yavaş yer değiştirdiklerini anlayabiliyordu. Ama çözemediği şey, bunu kardeşinin bilerek yapıp yapmadığıydı. Günlerdir sorsa da ondan cevap alamıyordu. Babası öldüğünde bile tek bir kelime konuşmamışlardı. Gündüz sadece babasının cenazesindeki ilk gün henüz yeni atılmış toprağa bakıp yarım şekilde sırıtmış, başını başka yöne çevirmişti. Gece bu hareketini dizlerinin üzerinde çökmüş ağlarken, buğulu gözlerinin izin verdiği kadarıyla görmüştü. Başta yanıldığını düşünse de sonrasında emin oldu.
Hayır artık Gündüz'ü tanımıyordu.
"Yerime geçiyor olmana, zaferine rağmen neden benimle konuşmuyorsun?"
Gece yine şansını denemek istemişti, başaracağını ummamıştı fakat başardı. Gündüz bıkkınlıkla nefeslenmiş ve mavi gözlere doğru dönmüştü. Yüzünde küstahça, kendinden emin bir ifade vardı. Gece'ye kendini karınca gibi hissettiren bir ifadeydi. Gündüz bunun farkında olarak aynı küstahlıkla saniyelik olarak sırıtmış, başını olumsuz anlamda iki yana sallamıştı.
"Hâlâ benimle konuşmak için çırpınmana inanamıyorum. Daha ne kadar acınası olabilirsin?"
Gece birkaç kat daha küçülürken dudaklarını yarım şekilde açık bıraktı. konuşmadı ama onları kapatamadı. Ağlamak istiyordu. Ona sarılmak ve babaları için birlikte hüngür hüngür ağlamak istiyordu. Hem de kendinin ölüyor olmasını umursamadan bunları tüm kalbiyle yapmak istiyordu. Hâlâ karşısındakinin tanıdığı küçük çocuk olduğuna inanmak için yol arıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my brother
Teen Fiction"Ancak bu şekilde çözülebilir kardeşim. Birimiz varsak diğeri yok." Homofobik olmayan, herkesin eşit haklara sahip olduğu güzel bir dünyada geçmektedir.