can you get me, dad?
Küçükken her şey daha zordu.
Tüm bu hayalet kardeş olayını tamamen anlamaya başladığımda fazlasıyla isyan ettiğimi hatırlıyorum. Nefes aldığım her saniye neden böyle bir şeyin benim başıma geldiğini sorguladım. Bazen kendimi, bazen ebeveynlerimi ve hatta bazen de yaratıcıyı suçladım.
Sayılamayacak kadar çok insan yarattın, evet hepsinin farklı kusurları var. Benim de bir ayağım olmasaydı ne olurdu? Ya da gözüm falan? Bunu bana yapmak zorunda değildin... Neden ben? Canın mı sıkılmıştı?
İşin bir de korku kısmı vardı. Gündüz ne yaşıyordu ne de ölüydü. Ortada sıkışıp kalmıştı ve bu yakından gözlemlediğim kadarıyla korkunçtu. Çoğu zaman göremediğim şeyler görüyor, normal birinin korkabileceği gibi onlardan korkuyordu. Bazı sabahlar tüm gece onu rahat bırakmayan varlıklar yüzünden aksi uyanırdı.
Aslında bu, intihar etmiyor oluşumun en büyük sebebiydi. Öldüğüm zaman Gündüz gibi arafta kalmaktan ödüm kopuyordu. İkimiz için bir cennet veya cehennemin olamayacağı fikri tahammül edemeyeceğim şekilde güçlü bir korku getiriyordu.
Ancak hayır bitmedi... Korku ve kabullenmekten daha zor bir şey daha var.
Belirsizlik.
Kafadan çatlak, şizofren, deli, hasta...
Ya tüm bu isimleri hak ediyorsam? Ya gerçekten de hastaysam? Eğer böyleyse belki üstüne gidebilirdim, iyileşebilirdim.
Atlas Bey'in dediği gibi zihnimi domine etmeyi öğrenebilirdim.
İşte bu yüzden bana net bir cevap lazımdı. Atlas Bey söyleyene kadar bunun hiçbir yolu olmadığını düşünüyordum ancak o bana umut vermişti.
"Hız trenine mi binmek istiyorsun?"
Aşırı hızlı trene bakıyorken düşüncelere dalmıştım. Doğal olarak Tuna bunu yanlış anlamış, trene binmek istediğimi düşünmüştü.
Bu kez düşüncelerimden sıyrılıp gerçekten trene baktım ve baktığım gibi yasallığı hakkında şüpheye düştüm. Sanki olması gerekenden daha hızlıydı. Sebebini, treni çalıştıran görevlinin on üç yaşında gibi gözüken- on dörtten büyük olmadığına yemin edebilirdim- bir kız olmasına bağladım. Kontrol düğmelerine şuursuzca, eğlenerek basıyordu.
"Asla!"
Gündüz ile anlaştığımız nadir anlardan birini yaşıyorduk. Benim de düşüncem buydu; Asla.
"Hayır."
Başımı olumsuz anlamda salladığımda siyah hırkamın önünü kapattım. Soğuk şu an bedenimle yakın temastaydı. Zorla öpen, sevmediğiniz uzaktan bir akraba gibiydi.
Renkli ışıklara, binbir çeşit eğlence aletlerine, koşuşturan çocuklara ve el ele dolaşan çiftlere bakıyorken lunaparkta ne işim olduğunu sorguladım. Amacımın çok dışındaydım. Harika bir ergen buluşması geçirmek planladığım şey değildi.
Tuna ile birlikte önce waffle yemiş sonra lunaparka gelmiştik. Kendimi Disney Chanel filmlerinde gibi hissediyordum. Az sonra Zac Efron çalılıkların arkasından çıkıp şarkı söylemeye başlayabilirdi.
Tuna kırmızı bardaktaki kolasını iyice içip, atış yaparak oyuncak kazanılan standı gösterdi. "O zaman sana bir şey kazanayım mı?"
Onu yeniden reddetmek istemiyordum çünkü planladığım gibi olmasa bile bu buluşma benim fikrimdi. Yani hafifçe başımı salladım ve adımlarını takip ettim. Olabildiğince hevesli gözükmeye çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my brother
Teen Fiction"Ancak bu şekilde çözülebilir kardeşim. Birimiz varsak diğeri yok." Homofobik olmayan, herkesin eşit haklara sahip olduğu güzel bir dünyada geçmektedir.