Dünyada kalan son dayanağımı, annemi kaybettiğim o karanlık günü hala dün gibi hatırlıyorum ve o zaman -yaşımdan dolayı olsa gerek- tam olarak anlayamadığım kaderin bu sillesinin ağırlığını şimdi çok daha iyi anlıyorum, dünyada tek başıma kaldığımı, bi sorun yaşadığımda rahatça gidip de omzunda ağlayacak hiç kimsenin kalmadığını...
Attığım o tiz çığlık üzerine komşular kapının önünde birikmişti. Uğultularını, annemin hala sıcak kanının üzerinde biriktiği çalışma masasının karşısındaki ahşap rengi alt kısmına benim bile zar zor sığabildiğim dolabın içinden duyuyordum. Kim bilir belki de oraya girerek başıma gelen bu beladan kurtulabileceğimi düşünmüştüm. Tir tir titriyordum, gözlerimden akan yaşlar yüzümde yollar oluşturmuştu, bir süre sonra dışarıdaki sesler yoğunluğunu arttırmaya başladı, bir kaç dakika önce duyduğum siren sesinin bunda payı vardı sanırım, sonra büyük bi gürültü duyuldu ve insanların sesleri yaklaşmaya başladı, iyice yaklaştığında ise bir anda kesildi, bir süre kimseden çıt çıkmadı, ölüm sessizliği denilen şey buydu sanırım, olduğundan yüz kat daha uzun gelen bir sessizlik. Sessizliği benim hıçkırarak ağlamaya başlamam bozdu, daha fazla tutamamıştım kendimi. Dolabın kapağını yüzünün sağ tarafında büyükçe yara izi bulunan, iri yarı bir polis memuru açtı, bana bakışları acıma duygusunun maddeye dönüşmüş hali gibiydi, eğilip beni kucağına aldı, kendimi iyice bıraktım, kafamı omzuna gömüp hüngür hüngür ağlamaya başladım kocaman kollarıyla beni sarmıştı, onun da ağladığını hissediyordum, uzun süre kafamı omzundan kaldırmadım.
Polis beni kendinden ayırmaya çalıştığında karşımda babannem ile dedem vardı, dedeme doğru uzandım, beni alıp bağrına bastı, babannem de kafamı okşuyordu.
İki yıl önce ölüm haberlerini aldığım babaannemle dedemin beni şu an yaşadığım bu lanet yurda bırakacaklarını hiç düşünmemiştim dedemin omzunda ağlarken, en azında yanında durabileceğim birilerinin olduğunu düşünmüştüm ama yanılmışım.Bugün yine o kabuslarla uyandım, keşke sadece kabus olsaydılar. Gözlerimi açtığımda karşımda 9 senedir görmeye alışık olduğum ranza demirleri vardı, arkama dönüp pencereye baktım, seher vaktiydi gün henüz tam olarak aydınlanmamıştı, normal olarak yatakhanedeki diğer dokuz çocuk uyuyordu buraya geldiğimden beri gün aydınlandıktan sonra kalktığım gün sayısı bi elin parmaklarını geçmezdi zaten her gün, içim yanarak, erken vakitte uyanıp o günün bitmesini bekliyordum. Fazla ses çıkarmamaya çalışarak yatakta doğruldum eskimiş yatak yayları yüzünden bu pek mümkün olmasa da. Odada birbirinin aynısı, yan yana dizilmiş, beş, demir ranza vardı. Benimki tam ortadaydı kalkıp, ranzaların ucundaki iki kişinin yan yana geçemeyeceği kadar dar olan koridordan pencereye doğru yürüdüm, gökyüzünün kızıllığını izledim, hayatta biraz olsun zevk alabildiğim tek aktivite buydu biraz olsun içimi rahatlatan tek aktivite. Gökyüzünün sonsuzluğu bana ne kadar değersiz olduğumu hatırlatıyor bu da yaşadıklarıma dayanmamı kolaylaştırıyordu ama asıl hayatta kalmamı sağlayan şey başkaydı, intikam isteği... Annemle son hatıralarımdan birisinden hatırladığım o iki yüz, annemin ölümüne, benim tek başıma kalmama, şu ana kadar çektiğim bütün sıkıntılarıma sebep olan iki yüz. Biri erkek biri kadın olan, annemin yüzünden bile daha iyi hatırladığım iki yüz.