GEÇMİŞ

29 5 4
                                    

     Kırmızı gül desenli, yeşil çarşafın serili olduğu, deri başlıklı yatağın en ucunda oturan kadının gözünden çıkan yaş, dolunayın camdan içeri sızan ışığında parlayarak aşağı süzüldü.  Hüngür hüngür ağlamamak için kendini zor tutuyordu, yatağa destek olarak koyduğu ellerinin yardımıyla  iki üç hamlede kendini geriye atıp yastığı sırtının arkasına koydu ve yatağın başlığına yaslandı. Başlığın motiflerindeki sırtına batan incileri umursamıyordu bile, kafasındaki acı sırtındakinden kıyaslanamayacak kadar fazlaydı.

   İki yıl öncesine kadar harika giden hayatları bir dolandırıcıya bütün paralarını kaptırmalarıyla tepetaklak olmuştu. Eşi Ahmetle gecelerini gündüzlerine katarak bir yerlere getirdikleri organizasyon firması iflas etmiş, evleri, arabaları, ne  varlıkları varsa hepsi gitmişti, ellerinde sadece oturdukları bu ev kalmıştı onun da icra kağıdı mutfak masasının üzerinde duruyordu. Bunlara o belki  dayanabilirdi ama Ahmet dayanamamış, iki hafta önce kalp krizi geçirip ölmüş, hayat arkadaşını yalnız bırakmıştı. İşte bu Gonca'ya hepsinden ağır gelmişti. Onunla ilk tanıştığı zamanları anımsıyordu, hayatının en mutlu günleriydi, ikisinin de ayakları yere basmıyor, her günleri, her saatleri beraber geçiyordu, tanışmaların üstünden henüz 3 ay bile geçmeden evlilik kararı almışlar, ailelerinin bütün itirazlarına karşın, tam 3. aylarında  da evlenmişlerdi, ikisi de hayatının aşkını bulduğunu düşünüyordü daha fazla zamana gereksinim duymamışlardı. İki yıl sonra da oğulları doğmuştu, Gonca oğlunu ilk kucağına aldığında, dünyada kucağındakinden daha güzel hiçbir şey olmadığına adı kadar emindi. Annesinin sürekli olarak anne olunca anlarsın dediği şeyi anlamıştı. Sonra kocasıyla beraber hem çocuklarını büyütmüşler hem de işlerini inşa etmişlerdi, bütün işleri o kadar yolundaydı ki, Gonca bazen bunların hepsinin bir rüya olduğunu düşünüyordu ve her rüya gibi bunun da sonu gelmişti ama hiçbir rüyada olamayacak kadar dehşetli bir son. 

  İçinde ağır yaralar taşıyan gözyaşlarını elinin tersiyle silip doğal röfleli saçlarından gözünün önüne gelenlerini kulağının arkasına süpürdü, önce sağ sonra sol ayağını usul usul yataktan indirdi, sırtındaki ağır yük nedeniyle artık dik duramıyordu. Kendini  zorlayıp omurgalarını normal konumuna getirdi. Ayağa kalkıp ebeveyn banyosuna gitti, aynadaki surete baktı, gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş, gözaltı torbaları şişmiş ve morarmış saçları darmadağın surete. Gonca 33 yaşındaydı, aynada duran kadın ise en az 50 .   Suyun soğuk tarafını açıp kafasını öne doğru eğdi, suyun onu kendisine getireceğini düşünüyordu. Avucunu alabildiği kadar suyu doldurup yüzüne çarptı biraz olsun iyi gelmişti buna bir dakika kadar devam etti. Kafasını kaldırıp tekrar aynaya baktı eskisine göre biraz daha iyiydi, suyu kapatmadan banyodan çıktı.

    Çocuk odasının kapısını araladı oğlu melek gibi uyuyordu gidip yatağının yanına yere oturdu. Oğlunun uzun saçları arasında elini dolaştırırken gözleri yeniden doldu, diğer eliyle gözlerini sildi.
Çocuk daha altı yaşındaydı önünde uzun, mutlu olacağı bir yaşam vardı yani annesi böyle düşünüyordu, böyle düşünmek zorundaydı. Anne hafifçe doğrulup daha dik oturdu ve oğlunu naifçe öptü, son kez...

    Eşinin zamanının çoğunu geçirdiği çalışma odasına girdi, ahşap masanın arkasındaki sandalyeye oturdu, Ahmet burada son nefesini vermişti, masanın çekmecesini açtı elleri deli gibi titriyordu, çekmecedeki altın renkli silahı titreyen elleriyle aldı, Birkaç saniye sonra her şey bitecek bütün acılar son bulacaktı. Silahı kafasına dayayıp, titremeyi önlemek için eliyle bastırabildiği kadar bastırdı, Eşini , onunla yaşadığı güzel anıları düşündü sonra onun masada hareketsiz yatarken gördüğü an kafasında tekrar canlandı gözyaşları artık durdurulamaz olmuştu, ama ayrılık çok uzun sürmeyecekti, elini tetiğe koydu.

    Çocuk silah sesiyle irkilerek uyandı, yorganı üzerinden atıp doğruldu ve yataktan indi. Kısacık bacaklarıyla koşturarak annesinin yatak odasına gitti ama yatak boştu, iyice korkmaya başlamıştı. Yatak odasının yanındaki çalışma odasına girdiğinde masanın üzerindeki karartıyı fark etti.Aydınlıktan yeni çıktığı için gözleri karanlıkta iyi görmüyordu, arkasını döndü ve parmaklarının üzerinde yükselerek, narin parmaklarıyla ışığı yaktı, masanın üzerindeki karartı annesiydi yanında da kırmızı bir gölcük oluşmuştu masanın yanına gitti, çocuk aklıyla olanlara bir anlam veremiyordu. Annesinin kanlı yüzüne dokundu sıcacıktı, yavaş yavaş olanları anlamaya başlıyordu, dizlerinin üstüne çöktü ve cılız sesiyle ufak bir haykırış kopardı sonra sustu. Bu yaşında hayatın üzerine yüklediği sorumluluğun gereklerini yapmaya koyulmuştu sanki.

ŞİZOFFRENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin