2. bir bölümde hepinize merhabalar diliyor direk bölüme gönderiyorum canlarım.
Keyifli okumalar...
*Ve hayat sadece s*k*k bir karmaşa...*
Karanlığın yavaş yavaş çöktüğü, etrafta ağaçların gölgesinin olduğu ormanda sırtımdaki küçük çantayla boş boş dolaşıyordum. Sonbahar rüzgârlarının estiği bu toprak kokulu ormanda içim açılıyordu kendimi temiz orman kokusuyla yenilenmiş gibi hissediyordum. Hatta tüm olumsuz düşüncelerden arındığımı hissediyordum.
Apartmana gitmeyi reddederek kafamı dağıtmak amaçlı arkadaşlarımın evinde kalacaktım. Orası benim gerçek evim gibiydi çünkü. Apartmana evim diyemiyordum, benimseyemiyordum orayı. Kendime ait olan evim diyebildiğim yer ise babamla beraber ölmüştü benim içim.
Şu güzelim koca ormanda bile kendimi sıkacak düşüncelere sokarak kasvetimi çağırmıştım. Böyleydim işte kendine yabancı, nefret eden, bilinmez bir insan.
Oluşan rüzgârdan dolayı atkuyruğu uzun saçlarım yüzüme vururken onları çekmeye yeltenmedim bile. Öylece yolumdan sapmadan kolları birbirine bağlı şekilde ilerlemeye devam ediyordum.
Aklım tekrar o yabancıya kayarken bu öğle olanları beynimin yeniden göstermesini istemiştim zihnime.
Kimseden tek bir çıt çıkmıyordu. Karşımdaki masada oturan adamlar benden böyle bir atak beklemiyor olacaktı ki şaşkınlıktan öylece donarak, kafasına tepsiyi geçirdiği kele bakıyordu.
Kel herif ise vurmanın etkisiyle başı eğik bir şekilde bayılmış gibi duruyordu.
Ona vurmanın zevki hala üzerimdeydi. Kimse bir çalışana işi bu diye böyle bir tacizde bulunamazdı. Belki benim gibi yapamayan çok kadın vardı. İş için sessiz kalanlar...
Belki şiddet çözüm değildir diye düşünebilirler ama böyleleri şiddetten daha fazlasını hak ediyor. O kaba cüssenin altındaki küçücük beynin farkına varmalılardı.
Gerginlikten hızlanan nefesimi biraz olsun duraklatabildiğimde etraftaki sessizlikten güç bularak çaktırmadan bel önlüğümü çıkarıp yere fırlattım.
Bu kadar herife elbette baş edemezdim. Bunlar pek polis sesi dinleyecek kişiler de değildi. Yani tek çözüm tüymek ve ben de tam onu yapıyordum.
Son nefes arka çıkışlara yöneldiğimde çoktan sandalye kırılma sesleri, sinirli boğaların kaba sesleri etrafı doldurmuştu. Arka kapışan çıkmış sağ soldan kaçış yönü ararken beni kurtaracak meleğimi bulmuştum. Kaskını takmış gitmeye hazırlanırken hem de.
Daha fazla yerimde durmadan koşarken, onlarında çoktan çıkışı doldurduğunu gördüm. O yabancının arkasına dönüp buraya bakmasıyla tepkisini sezemesem de motoruna atlamış. Hızla sürmesi için konuşmaya girişmiştim.
"Sür çabuk! Lütfen, lütfen!"
Yabancının kask altında tepkilerini göremiyordum ama yine de hemen çalıştırarak bizi bu alandan kurtarmıştı. Beni yarı yolda bırakmamasının sevincini yaşıyordum. Hatta az önce boğaların peşime düşmesini çabucak unutarak hızla giden motorda kollarımı iki tarafa açmış bir kuş gibi rüzgârın yüzüme çarpmasını istiyorum.
Bu özgürlük hissi veren motor yolculuğum kısa sürede biterken geldiğimiz merkez alanında inmiştim. Bu özgüvenimin götüme kaçmasını engelleyerek kendini dik bir duruşla göstermesine sebebiyet vermişti.
"Şey sağ ol, cidden. Almasaydın orası birbirine girerdi kesin." Çekingen bir sesle söylediğim cümleler karşısında daha da utanır olmuştum.
Kaskını yavaşça çıkarıp hatları belli olan yüzünü göz önüne serdiğinde koca bir tebessümle yüzüme bakıyordu.
Temiz suratında belli olan çene hatları açıkçası hayran olasıydı. Siyah zeytin gözleri ve uzun kirpiklerinin kısık bakışlarıyla yüzüme bakmaya devam ederek başını olumlu anlamda salladı yabancı.
"Rica ederim burada durdum ama evine bırakabilirim istersen."
Naif ve oldukça tok sesi sanki özel konuşmacıların ki gibiydi, aksi bir şekilde ben de başımı olumsuz anlamda sallamıştım. Onunkinin yanı sıra daha şapşal görünüyor olmalıydım.
"Hayır, buraya kadar getirmen yeterliydi. Tekrardan sağ ol gitsem iyi olacak artık."
Ona sırtımı dönüp ilerliyordum ki kendine yeniden çevirtmişti.
"Adın neydi?" sorusuyla yüzümde yan bir sırıtış oluştu. Gecikmeden cevabını vermiştim.
"Rüya... Rüya Çelen."
"Tanıştığıma memnun oldum Rüya."
"Ben de, Karan." dedim, son kez ona baktığımda.
Geri dönüp ilerlerken ismini söylememiş olduğu henüz zihnimde belirmişti. Olduğum yerde donarken iki, üç saniye olayları algılamaya çalışırken tekrar arkama dönmüştüm ki artık o kalabalığa karışmıştı bile...
Daldığım geçmişten hızla kurtulup kendime gelirken olayın tuhaflığı yerini koruyordu. İlaçlarımı bir süredir almamanın eksisi miydi bu, yoksa beklenmedik bir tahmin mi?
Yaprak sesleri kulağımı tırmalamaya başladığında oldukça ilerlediğimi fark ettim. Öyle ki bu alana daha önce uğramamıştım.
Geri dönmeyi planlarken duyduğum sesler beni duraksatsa da kendimi bakmamak için telkin ediyordum.
Nedenini bilmediğim bir şekilde içimden bir ses bunun iyi bir şey olmadığını söylüyordu fakat ne ilerleyebiliyordum ne de dönebiliyordum.
Sonunda olduğum yer de derin bir düşme sesi duyulduğunda yerimde titriyordum. Ne olduğuna dair bir fikrim yoktu belki hayvan veya...
"Y-Yardım e-et l-lütfen... Lütfen."
Kadın sesi sonunda beni oraya döndürdüğünde hiç de tahmin edemeyeceğim bir şey görmüştüm. Bu imkânsızdı çünkü... Aklım almıyor, duyularım kapanmıştı.
Karşımda bana ellerini uzatmış yardım dilenen kadın, tüm göz çevresi dâhil kara gözlere sahipti tıpkı bir iblis gözleri gibi, yüzünün yaralı yerlerinde bile siyah kanlar akıyor damarları da simsiyah görünüyordu.
Bu... Bu gerçek olamazdı, sanırım rüya görüyordum.
_______________Bölüm sonu
Artık konunun fantastik yanını gördünüz olaylara yavaş yavaş giriş yapacağım.
Sizce Rüya ne gördü?
Diğer bölüm de neler olabilir?
Sağlıcakla kalın, bir başka bölüm görüşmek üzerek...
*Yeniden yazılmıştır.*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERUM
FantasyDünya'nın hakimi olmak için yapılmış bir serum... Ve tanrının yeryüzündeki koruyucuları; Avcılar... Rüya Çelen, yirmi dört yıllık yaşamı boyunca kendini bir ruh hastası olarak görmüş güçlerine perde çekmiş bir kadındı. Oysaki bundan daha fazlasıydı...