Bölümün fazlaca geç kaldığının farkındayım öncelikle. Bu yüzden ufak bir açıklama yapacağım.
Evet yoğundum, taşındım, hastaneye başladım falan. Bunların hepsi gerçekten oldu. Ancak bunların yanında bir kurguyu sona erdirmenin ne kadar zor olduğu gerçeği ile yüzleşiyorum.
Bu koca bir dünya kurmaktan, farklı aksiyonlar serpiştirmekten, hiç var olmayan karakterler yaratmaktan çok zormuş. Ben de sizlerle birlikte deneyimliyorum.
Bu yüzden buraya biraz yoğunlaşmak istiyorum. Bu konuda sizin desteklerinize, güzel şeyler duymaya çok ihtiyacım var. Bunları eksik etmezseniz
çok sevinirim.İyi okumalar.
***
"Seni ilk gördüğüm gece, elini ilk tuttuğum, sana ilk dokunduğum, seninle bir olduğum ilk gece; vücutlarımız bir bütün olmuş olsa da, yaşadıklarımızın yakınlığımızın son noktası olmadığını biliyordum. O zaman bunu apaçık görmesi bu kadar kolay değildi tabii. Ama o bardan girerken gözlerini bana kitlediğin ilk anda, ruhuma karışacağım belliydi."
Sıradan bir iş gününü bir festivalle başlatabilirdiniz. İçilen kahvelerin ağız yakacak kadar hızlı tüketilmesi gereken bir kahvaltıda, şehrin çoktan bir yerlere yetişmeye başladığı bir anda zamanı durdurabilirdiniz.
Bunun için yanınızda size sevdiğini söylemekten çekinmeyecek, size iliklerinize kadar sevildiğini hissettirecek bir insanın varlığı kesinlikle yeterdi.
Azra o sabah bu sözlerle uyandırıldı. Bir yanı anın mutluluğuna karışırken diğer yanı hem kendisini hem de sevdiği adamı mahrum bıraktığı güzel zamanlara yanıyordu.
Yine de tüm bunlar yaşanmadan, Oğuz'a gitmesi için fırsat tanımadan yaşadıkları her şeyin üzerinde tül gibi bir şüphe kalacağının da farkındaydı. Bu yüzden yaşanması gerekiyordu diyerek kendisini yatıştırmaya çalışıyordu. Ki buna o kadar yürekten inanıyordu ki. içerisindeki tek pişmanlık sevdiği adamı üzmüş olamaktan kaynaklanıyordu.
Birbirlerinin gözlerine dün geceden beri sayısız kere düşmüşlerdi. Yine de birbirlerine olan hasretleri bir süre daha dinecek gibi durmuyordu.
Tüm bu güzel şeylerin sonunda makul taraf Azra oldu ve bakışlarını Oğuz'dan çalıp telefonuna indirdi. "Oğuz, geç kalıyorsun." diye panikle şakıdı.
Oğuz'un yüzünde en ufak bir panik ifadesi yoktu. Azra ayaklanıp ona ceketini giydirmeye çalışırken, ayakkabılıktan ayakkabılarını uzatırken sadece onu biraz daha seyretmenin peşindeydi.
Herhangi bir işi olsa bugünün sabahında kolayca patronunu arayıp gelemeyeceğini söyleyebilirdi. Ancak Türk Hukuk sistemi ne yazık ki böyle çalışmıyordu. Ne yazık ki o sabah gitmesi gereken bir davası vardı.
Azra eşiğin bir tarafında, Oğuz diğer tarafında kaldığında uzanıp sevgilisine uzun bir öpücük verdi. "Adliyeden çıkar çıkmaz geleceğim." dedi.
Azra'nın yüzüne kocaman bir gülümseme oturduğunda ve aynı anda Azra büyük bir heyecanla "Gerçekten mi?" diye sorduğunda; bu tepkilerin daha ayrılmadan hızlıca kavuşacakları için verilmediğini elbette fark etmişti.
"Evet, bir planımız mı vardı?" diye sordu bu yüzden.
"Psikoloğa gideceğim bugün. Adliyeye gitmeseydin sen de gel diyecektim." dediğinde Azra, Oğuz onu bir kere daha öpme ihtiyacı ile doldu. Belki de en mahrem kalması gereken yerde bile birlikte olmak istemesi ile tarifi olmaz bir eminlikle sevildiğini hissetti.
"Gideriz güzelim. Davadan çıktığım gibi yanına geleceğim."
Uzun zamandır ilk defa evinde uyumayan, evinden uyanmayan bir adamın kapı kapandığı anda yüreğine bir ev hasretinin oturması mantıksız görünebilirdi. İnsanın kendisini evinde hissetmesi için bir tapuya, tonlarca betona ya da kendine ait eşyalara hiç gerek yoktu oysa. Tek bir insan öylece yanındadurarak yuva olabiliyordu işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüzyılın İntikamı (Tamamlandı)
General FictionMerhaba! Ben Azra, Azra Karakaya. Şu an ipek çarşaflar arasında, adını bile hatırlamadığım bir adamın koynunda sereserpe yatıyorum. Çıplağım ve biraz da terliyim. Az sonra dış kapımda bir anahtar dönecek, gelen kişi dosdoğru yatak odamın yolunu tuta...