17.BÖLÜM "SONRASI, YALANLARA MÜEBBET"

9.8K 463 185
                                    

"Sonrası, Yalanlara Müebbet"

-

"Bunu yapmış olamazsın..."

Dudaklarımın aralığından firar eden fısıltım havaya karıştı, bumerang misali geri döndü ve yüzümün ücra kesimlerini bombardımana tutarak havai fişek misali gökyüzüne saçılarak patladı.

Yüzüme çarpan gerçekliğin rahminde korku, endişe, tedirginlik gibi mide bulandıran, vücudumun hücrelerini gerim gerim geren duygular var oluyordu. Bunun yanı sıra, Atilla'nın saniyeler geçtikçe kararan bakışlarının hiddeti boyut kazanarak karşıma dikiliyordu ve ben, ne yapacağını bilmeyen, bilse bile yoluna çıkan engelleri aşamayan küçük kız çocuğu misali put kesilmekten çekinmiyordum.

Hop, ne bu telaş? Kendine gel, ilkinden hamile kalacak değilsin. Hem, farz edelim ki endişelerinde haklı çıktın. Hamile kalsan bile icabına bakarsın. Doğuracak değilsin ya!

O esnada, ipleri eline almak isteyen hükümdar tavrıyla, altımda ezilmeye yüz tutmuş bacaklarını bükerek erkekliğini içimden çıkardı. Bu yüzden, kaydırakta kayarcasına karnının üzerine oturmak zorunda kalırken, göğüs kafeslerimizin birbiriyle buluşması donuk sinir uçlarımı uyardı, beklenmedik elektrik akımı hiddetle damarlarımı suladı.

Ve ikimizin de beklemediği bir anda gözlerimiz kesişti.

İtiraf etmeliyim ki gözlerimiz, birbirini kesmekten uslanmaz bir bencillikle defalarca kez, milyon kez kanırarak kesişti ve bizi kırk parçaya bölen katana darbesi, kırk birinci kez üzerimize yağmak üzereyken soluğunu kesen acımayla nefesini içine hapsetti.

Kızıl moru dudaklarını çevreleyen beyaz ışığın saydam yansımaları ortadan ikiye kırıldı ve, "Sana boşalacağımı ikaz etmiştim, aptal!" diye tısladı, içindeki öfke tutamlarını üzerime serpiştirmekten çekinmeyen, had bilmez bencil tavrıyla.

Hemen sonrasında belimi kavrayan demir parmaklarının hezeyan verici baskısı ile dişlerimi sıktım.

"Ben de sana, zevke gelmek üzere olduğumu söylemiştim," diyerek, aynı onun gibi sinirli bir tavırla sesimin yüksek volümüne hâkim olamayarak tısladım ve ellerimi göğsünün üzerine yerleştirerek, onu bana bağlayan yakınlığa son vermek isteyen muğlak yeltenişimle tenini tenimden uzak tutmaya çalıştım. Ama nafile, bir milim bile yerinden kıpırdamadı. Aksine, ellerinin baskısı beni kendisine daha yoğun kıvamda ateş altında bırakarak mühürledi.

Burnumun direğini sızlatan tuzlu okyanus kokusu yüreğimi dağladığında, "Yedin bir bok, üste çıkmaya mı çalışıyorsun şimdi?" diye fısıldadı, kararan bakışları dudaklarımın üzerini üç kez hatmederken.

İçindeki öfkeye rağmen bana çekiliyor olması kadınlık gururumu okşadığı esnada, "Ulan, bir bok yemişsem bunun sorumlusu sensin. Utanmadan bana mı bileniyorsun?" diye ters teptiğimde, ulan deyişim hoşuna gitti sanki ve bundan dolayı da saliselik zaman diliminde gülümser gibi oldu. Saç diplerime batan iğne uçlarının çığlıklı sancımasıyla yüzümü ekşittim. Anlam veremediğim bir ürpertiydi içimde; midemin hemen altındaki noktaya tırnaklarını geçiren, saniye bile geçmeden tepkimeye girerek gerdanımı buza çeviren, düşmanım olan heyecanım. Buna neden olan şey neydi bilmiyorum. Fakat görüyordum. Elektrik mavisi gözlerine bakarken, gözbebeğine iz edinen Azrail'in yüzünü görüyordum. Bana bakıyordu. Bana, üç yüz atmış altı kez bakarcasına bakıyordu. Bedenimi fetheden, Cebrail'in kanatlarına değen su damlalarından meydana gelmiş melekleri ile içimi görürcesine, bana beni göstererek bakıyordu. Her an ruhumu kabzedecek efendiliğiyle, ölümün soğuk nefesini içime üflercesine bakıyordu.

ÖLDÜR ya da SEVHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin