4.BÖLÜM "ERİYEN KAR GİBİ OL"

8.9K 544 113
                                    

"Eriyen Kar Gibi Ol"

-

Geceme eşlik eden, zihnime boşluğun kuytu köşelerini armağan eden müziğin nota sesleri ile salondaki köşe koltuğuna oturdum. Bacaklarımı yeni bir deriymiş gibi sarmalayan siyah taytımın üzerine yapışan toz tanelerini elimin tersiyle ittim. Az önce giydiğim büyük beden krem rengi tişörtün uçlarını ise kucağıma topladım ve iç çekerek kafamı arkaya yasladım. Aklımı toparlayamıyordum. Düşüncelerimin kanına nüfuz eden mikrop sürüsü vardı. Günden güne neşemi öldüren, kelimelerimi tüketen, dilimi bağlayan bir mikroptu bu. Her gece yarısı nüfusuna nüfus katarak çoğalıyor, dünden daha güçlü bir şekilde karşıma dikiliyordu. Bazen korkuyordum ve bazen damarlarım susuyordu.

Sağ elim, sol kolumun açıkta bıraktığı orta boşluğa gitti. Tam burası öyle bir sızlıyordu ki, Yeşil Kristal'in yokluğu beni delirtiyordu ve hiç şüphesiz ki bu durumumu tetikleyen şey Atilla olmuştu.

Führer'den sonra karşıma çıkan ilk avımdı ve boşlukta geçip giden üç yılın getirdiği bir sorun vardı.

Paslanmıştım.

Öyle ki, şimdi ne yapacağını bilmeyen, bir sonraki hamleyi tahmin edemeyen avcıydım ben.

Eğer hata yaparsam av olurdum. Okların yönü beni bulur, elimde taşıdığım arbalet bileğime saplanır, mağlup olurdum. Ölmek ya da kaybetmek umurumda değildi. Umurumda olan şey Şer'rimdi. Rahşan'ın bana olan güvenini sarsma düşüncesi aklıma geldikçe delirecek gibi oluyordum ve bu durum tıpkı serin sularda boğulmak gibi bir şeydi.

Hayır, ölmek ya da kaybetmek umurumda değildi.

Ben Rahşan'a yenilmek istemiyordum.

Göğüs kafesimin kasılmasıyla karşımdaki duvarda asılı duran saate baktım.

Saat gece yarısını geçmişti ve korkularımı gün yüzüne çıkartan Tilki Göz gelmemişti.

Gelmeyecekti de.

Tam bir korkaktı.

Korkaklığının arkasına sığınarak insanlardan kaçıyor, soğuk davranıyor, kendisine bile yabancılaşıyordu.

Tanrım, bu adam hangi insanın eseriydi de bu hale gelmişti?

Gözlerimi yumdum.

Zorunda olmasaydım, normal yaşantımda onun gibi birine denk gelmemek için varımı yoğumu ortaya koyardım. Sonra aklıma mavi gözleri düştü. Sinirlendiği zaman mavileri koyulaşıyor, parlak hale geliyordu. Hareleri gümüş çizgilerden oluşuyordu. Gözlerimin önünde yüzü belirdi. Buğday tenine eşlik eden, kumralı andıran kirli sakalları vardı. Nefes aldığı her an yanakları içe çöküyordu. O anlarda elmacık kemikleri gün yüzüne çıkıyordu. Boğazıma oturan yumrunun acısını dindirebilmek için güç bela yutkundum. "Dudakları," diye geçirdim içimden. Dudakları ne kırmızı, ne pembe, ne mordu. Tanrı, bu üç rengin karışımını orta ölçüde derisine nüfuz ettirmişti. Parmaklarımla dudağıma dokundum. Onu öptüğümde aklıma kazıdığım dudaklarının tadını hatırlıyordum.

Tuz ve süttü tadı.

Tatlı ve ekşiydi yapısı.

"Dengeli ve güzel," diyerek fısıldadım.

Bu yaşıma kadar sadece beş erkeğin dudaklarını tatma fırsatına erişebilmiştim. Güldüm. Dördü bir araya gelse, Atilla'nın dudaklarındaki keyfi bana aşılayamazdı.

ÖLDÜR ya da SEVHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin