28. BÖLÜM: "BİR KÜÇÜK EYLÜL MESELESİ I"
-
Pişmanlığın nasıl bir his olduğunu biliyorum, hayatım başlı başına bir pişmanlıktı.
Geçmişim, yanlış kararların kurbanıydı.
Ve bugünüm, verdiğim yanlış kararların neticelerini önüme dizen Tanrı'nın eli gibiydi; isteyerek veya istemeyerek, toprağın rahmine biçtiğim ne varsa yaşamamı istiyordu.
Stresliydim.
Gözlerimi hamilelik testinden ayırmıyordum.
Kaç dakikadır otel odasının lavabosunda ayakta dikiliyordum?
Dudaklarımı dişleyerek, "Zaman," diye fısıldadım, yüzümü kaldırıp aynadan gözlerime bakmıyordum, zira gözlerime yansıyan korkuyu ve pişmanlığı görmekten kaçıyordum. Bir noktadan sonra sesimi duymak istemedim ve düşüncelerimin girdabına çekildim.
Zaman, belki de ilerlemeyi durdurmuştu. Veya öyle çok yol kat etmişti ki, kâinatın tüm canlıları gibi o da vadesini doldurmuştu.
Dakikaların aksine bin yıldır burada mahsur kaldığımı düşünmeye başladım. Çünkü ne kadar beklersem bekleyeyim, tuhaf biçimde testin sonucu aparatın üstünde belirmiyordu.
Kafamı tırmalayan çığırtkanlığıyla, "Siktir," diye bağırdı, içimi yağmalayan o ses. Ben konuşmuyordum, içimde yaşayan diğer ben konuşuyordu. Çılgına dönmüş ince sesiyle beynimi sikiyordu. "Siktir kızım, siktir! Sen ne bok yedin?"
Parmaklarımın derilerini kemirmeyi bırakıp elimi lavabonun kenarlarına dayadım ve köz yuttuğumu sandığım acılı yutkunuşumla, "Sus," dedim, ancak susmuyordu. Ne düşüncelerim, ne de içimi içime katan bu ses; susmuyordu.
"Ya hamileysen?" diye tısladı, topuğunu yere vurarak. "Niye ertesi gün hapı kullanmadın?"
Bu soru, zihnimin yosun tutmuş denizine akıtılan atık suyu gibi beni kirletti.
İki defa birlikte olduğumuz müthiş gecenin sabahını hatırlıyorum, uykumdan uyanmış ve dilimdeki susuzluk nedeniyle sürahiden bardağa su doldurmaya kalkmıştım. Öte yandan Vladimir Buldakov'dan aldığım mesaj felaket asabımı bozmuştu. O güne lanetler yağdırır durumdaydım; gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Üstelik üstüme çöreklenen bu sorun yetmiyormuş gibi kabaran saç tellerim birbirine dolanmıştı. Durmadan küfrediyordum. Düğüm halindeki perçemlerimi tırtıklayarak geriye atıyor, bir taraftan da çantamdan ertesi gün hapını çıkartıyordum.
Hapı çantandan çıkardığımda telefonum çalmıştı, gözlerimi devirerek bir elime hapı ve bardağı tutuşturup yatağa geri dönmüştüm. Yeme bozukluğuna sahiptim, midem hassastı, yemekleri ve içecekleri yavaş tüketmem gerekiyordu. Aksi halde tetiklenebilir, midemde ne kadar mide öz suyu varsa kusabilirdim. Sudan aldığım minik yudumlarla telefondaki çağrıyı onaylarken hapı kucağıma bırakmıştım. Telefon kulağımda, gözlerim hapın kendisindeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLDÜR ya da SEV
DragosteDerin devlet hikâyesi. - Rahşan Piri, düşmanları için yeni planlar peşinde. Atilla Belgemen, tuzağa çekilmek üzere. Masum kılığına bürünmüş Fecir Saye Arslan, şeytanlığıyla çığır açıyor, rahmine hayat üflüyor. Doyumsuz arzular ve ihanet dolu çetre...