"Aydınlığın Sönüşü"
-
Sekiz yıl önce,
"İstihbarattan mısınız?"
Kadının kahverengi gözlerindeki bulanık duygular donuklaşarak kendisini kayda alan kameranın merceği üzerinde durdu, kireçleşerek taş kesti.
"Değilim."
Elleri masanın üzerindeydi, bir an olsun hareket ettirmemişti. Heyecanlı olup olmadığını anlayamıyordum. Bunun yanı sıra dudakları ne aşağı bükülüyor, ne de yukarı kıvrılıyordu. Beden dili olabildiğince kusursuzdu. Eğitimli olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalırken, karın kaslarımdan başlayan kasılmalarla ağzımdaki sigarayı dilimin altına kıstırdım. Kasetlerden bir şey çıkmayacaktı. Zaman kaybediyordum.
"Bana öyle demediler."
"Size ne dediler?"
"Devletin içine sızmış hain bir MOSSAD ajanı olduğunuz konuşuluyor. Eğitimlisiniz, bunu gözlerimle görebiliyorum. Çalışma şekliniz farklı. Hangi iletişim kanalını kullanıyorsunuz? Alfabeniz ne?"
"Eğitimli olduğumu da nereden çıkarıyorsunuz, güldürmeyin beni." Bir an için beden dilinde kırılma noktasının yaşanacağını düşündüm, yanıldım. Kahverengi gözleri kameranın merceği üzerinde yoğunlaşarak ışıldadı. "Gördükleriniz, aklınızın size oynadığı birer oyun mu yoksa?" dediğinde, sinsi ifadesine gizlenmiş sesindeki esrarengiz yanılgı payı tüylerimi dikenleştirerek sivrileştirdi.
"Siz daha on beş yaşındayken aileniz Ermenistan'dan Türkiye topraklarına göç etmiş. Aradan geçen iki yılın ardından babanızı kaybetmişsiniz, doğru mu?"
"Doğru."
"Babanız öldükten sonra sen ve annen bir başına kalmışsınız. Ne ile geçindiniz? Nasıl hayatta kaldınız?"
"Babam öldükten haftalar sonra tuttuğu mateme dayanamayan annem hastalanarak yatağa düştü. Doğrusunu söylemek gerekirse geçimimizi sağlayacak birikimimiz yoktu, fakir bir aileydik. Küçük bir bahçemiz vardı, bir de tavuklarımız. Yiyecek ihtiyacımızın azını karşılamaya yetiyordu, en azından hayatta kalmaya yetecek kadarına. Annemin durumu kötüye giderek ağırlaştı, eski sağlığı için ilaçlara mecburiyeti vardı ve ilaç alacak durumum yoktu. O dönem için kadınların çalışabileceği iş imkânlarını ne siz sorun, ne de ben cevaplayayım. Hırsızlık yapmaya başladım. Yaşadığımız yer köy gibi bir yerdi ama kime sorsanız kasaba diye anlatırlardı size. Anlatmak istediğim, herkes birbirini sevabına kadar tanırdı. Orada hırsızlık yapsaydım istemezlerdi bizi, dışlarlardı. Zaten Ermeni kökenli oluşumuz bile insanların gözüne batmamıza yetiyordu. Bilirsiniz, o zamanlar Türkiye için zorlu bir süreçten geçiyorduk. Neyse, sabahları erkenden yola koyulur, karşı köye giderdim. İnsanların cüzdanını, saatini, değerli olan neyi varsa çalardım. Yakalanacağım diye ödüm kopardı... Kopardı da, yine de vazgeçmezdim bu işten. Gel zaman git zaman hırsızlık yaptığım anlaşıldı. Beni yakalayan kişiler, benim gibi hırsızlık yapan iki deli genç oğlandı. Onlar tarafından tehdit edildim. Kurallarına göre ayak bastıkları toprağın yakınından veyahut da çevresinden hırsızlık yapmayacaktım, aksi halde kimliğimi mimleyeceklerdi. Gözüm korktu ama anlarsınız ya, gençlik ateşi aldı götürdü beni. İntikam almak istedim. İftira attım. Köyün en nüfuzlu ailesini bünyesinde barındıran ve köşkün içinde saklı tutulan, herkesten gözü gibi sakınan o değerli eşyayı çaldım, hırsızlığı da üstlerine yığdım. Hapse girdiler. Altı ay sonra af yasasıyla dışarı çıktılar. Çıktıkları gibi soluğu evimin önünde aldılar. Öldürecekler sandım beni. Annemin o halini gördükten sonra bir şey yapmadılar, destek çıktılar. Böylelikle, yeni bir hayatın temeli o gün atıldı bizim için."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLDÜR ya da SEV
RomanceDerin devlet hikâyesi. - Rahşan Piri, düşmanları için yeni planlar peşinde. Atilla Belgemen, tuzağa çekilmek üzere. Masum kılığına bürünmüş Fecir Saye Arslan, şeytanlığıyla çığır açıyor, rahmine hayat üflüyor. Doyumsuz arzular ve ihanet dolu çetre...