"Kazak Maçası II"
-
Gözümü kör eden, karanlığı bir nebze olsun azaltan ışıklandırmalar zihnimi yoruyordu. Duvarların rengi zannımca beyazdı ama bunu ayırt edemiyordum. Zemini aydınlatan kırmızı led ışıklar tavanı çevreliyor, duvara şerit halinde uzanıyordu. Kırmızı ışığın gölgesi duvara yansıyor, sönmeye saliseler kala koyu kahverengi rengine bürünüyordu. Adım attığım her hamlede, yüzüme düşen kırmızı ışığın tenimde uyandırdığı iç gıdıklayıcı varlığını hissediyordum. Yılan balığı gibiydi. Kaygandı, tuzluydu ve birazcık da ıslaktı tabii. Kokusu gülkurusuydu... Çaya attığım taç yaprakları misali, nahoş bir tat içindeydi. Limon kabukları da vardı. Limon kabukları... Dilime narenciye tadını bıraktığında ağzımda biriken ıslaklığı yutuyorum ve yuttuğumda, boğazıma acılığını işliyor. Acı olmasına rağmen ondan vazgeçmiyorum.
Hata yapmaktan vazgeçmediğim gibi.
Belimi kavrayan demir parmakların güçlü tutumu karşısında onun sesi kulağıma ulaştı. "Korkuyor musun?" Kelimelerine can veren harflerin kalbine işlenmiş tınıda fazlasıyla ciddiyet mevcuttu. Hayır, benimle alay etmiyordu. Nasıl hissettiğimi merak ediyor, emin olmak adına bunu bana sormaktan çekinmiyordu.
Elektrik mavisi gözlerine baktım.
Kırmızı led ışıklar yüzünden laciverti anımsatan iki göz karşısında nefesim kesilerek, "Korkmuyorum," diyerek, acımsı bir sesle fısıldadım. Tanrı biliyor ya, yalan değildi söylediklerim. Sahiden de korkmuyordum. Korkmamanın sebebi ölümün vücut bulmuş halini defalarca kez görmem ve onu hissetmemdi. İtirafımdan saniyeler sonra irdeleyici bakışlarını yakaladığımda gözlerimi yere indirgedim. Ona bakmıyorken kendimi daha iyi hissediyordum. "Sadece midem bulanıyor. Ne olacaksa olsun istiyorum." Cümlemi söyler söylemez dilimdeki kurulukla sesli şekilde yutkundum.
"Sonra?"
Kuru yutkunuşum yüzünden boğazımdaki damarlar sızlayarak acımaya başladı.
"Sonra, bu yerden defolup gitmeyi diliyorum. Tabii hayatta kalmayı başarabilirsem."
Bir an bile düşünmeden, "Hayatta kalacaksın," dedi.
Yere indirgediğim bakışlarımı yüzüne çevirdim.
"Ne fark eder ki?" diye mırıldandım, hayal kırıklığımı tüm uç noktalarıma akıtırken. "Benim hayatta kalmam demek, as maça ve as kupa oyuncusu olmamam demek." Söyleyeceklerimi hazmetmeye çalışırcasına ağzımın içini ısırdım. "Bu durumda, ikinizden biri ya ölecek ya da öldürecek."
"Benim ve Saruhan'ın akıbetini mi düşünüyorsun?"
"Evet."
"Neden?"
"Bir nedeni yok."
"Bir nedeni olmalı."
"Bir nedeni olmak zorunda değil." Kendimi açıklama ihtiyacı hissederek kaşlarımı çattım. "Ben bir kadınım, Atilla. Hayatta kalmaya çalışmak, kendimi güvende tutmak biyolojik DNA'mda var. Erkeklerin aksine kadın yaşam odaklıdır. Yaşamanızı istiyorum çünkü insansınız ve insan olan herkes canlıların yaşamasını ister."
Tanrım, ben ne saçmalamıştım öyle?
"Bir şey fark ettim de," dediğinde, çattığım kaşlarıma baktı. "Sana soru sorduğum zaman farkında olmadan panikliyorsun ve bu panik hali büyük ölçüde saçmalamana neden oluyor." Dudaklarını büktü. "Sanırım psikolojik," diye fısıldadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLDÜR ya da SEV
Roman d'amourDerin devlet hikâyesi. - Rahşan Piri, düşmanları için yeni planlar peşinde. Atilla Belgemen, tuzağa çekilmek üzere. Masum kılığına bürünmüş Fecir Saye Arslan, şeytanlığıyla çığır açıyor, rahmine hayat üflüyor. Doyumsuz arzular ve ihanet dolu çetre...