16.BÖLÜM "TEPE NOKTASI, TUTKU FIRTINASI"

10.6K 443 36
                                    

"Tepe Noktası, Tutku Fırtınası"

-

Bedenimin etrafını sarmalayan ve odanın pencerelerine yansıyan caddenin beyaz ışığı altında ilahi nurunu gözler önüne seren buğday rengi kışkırtıcı tene sahip olan kalın kollarına tutundum. Ona tutundum ve kemiklerimi çatlatan, gökleri gürleten güçlü elektriği ile çarpıldım. Ona dair hissettiğim yoğunluk ivme kazandı. Sıcaklığı, sıcaklığı içine hapseden damarların düzenli nefes alışı, kanın ılık yapısı, hücrelerinin kıpırtıları; resmen avucumun altındaydı.

Benimdi.

Olabilirmiş gibi her şeyiyle benimdi.

Benim ellerimin içindeydi.

Buna rağmen doyumsuz bencil yanım tamahkâr şekilde bağrını dağa taşa vurdu.

Tanrım, düşüncelerimde bile bu adamın benim olması yeterli gelmiyordu.

Tepe noktasına ulaşmak istiyorsam bu gece, tüm çıplaklığıyla, ayağına vurduğu prangaları es geçerek içime yağmalıydı.

"Atilla..."

Tutkuyu çağrıştıran fısıldayışım gecenin koynuna yumulmuş ninniden farksızdı. Dudaklarımın alev saçan kıpırtıları beni bile yakarken, gözbebeğinin kararan ifadesi karşısında soluğum kesildi. Havada kalan elinin işaret parmağının ucu ile yalanlara gebe olan dudaklarımın üzerini tırmaladı ve dudaklarını gerdanıma yapıştırdı. Göğüs çizgimin yukarısını teğet geçen, bacak aramda sızlatıcı ağrıya ev sahipliği yapan zonklama benzeri yangınıma benzin suyu döken ıslaklığını salyangoz yavaşlığında derime akıttı.

Göğüs uçlarımın tepesine yağan kar esintisiyle, "Gafil avlansaydın ne olurdu?" diye soluduğunu işittim demir kafesinde meydana gelen titreşimli dalgalarla. "Biliyorum," dedi, acı gerçeği aramıza sokarken. "Gafil avlanmayacak kadar kusurlu bir şeytansın sen."

Yanı başımda boşta duran eli, siyah ince elbisemin kumaşını havaya kaldıran göğüs uçlarımı hedef aldı.

Uyarıcı, kışkırtıcı, hezeyana uğratan baskısını yuvarlak tepemin üzerinde gezdirmeye başladığında, deniz dalgalarının köpüren hırçınlığına soyundum ve işaret parmağımla orta parmağımı birbirine yapıştırarak kadınlığımın hassas noktasını git gel yaparak yoğurmaya başladım.

Saniyeler sonra, iki parmağımın arasına kıstırdığım tepe noktam jelibon gibi eriyerek yumuşamaya başladı. Hamur kıvamına evrildiğinde, "Günahkârsın," dedi, dilinden damlayan ıslaklığı şehvetle yalamaktan çekinmezken. "Günahınla, sevabınla yoldan çıkarıyorsun karşına çıkan herkesi."

Kasılmamın birinci dalgası meyvesini sundu, dallarımdan doğan ıslak zevk suyumun tuzlu şeffaf damlası iki parmak ucuma eşit şekilde dağılarak aktı.

Bu sefer yüzük parmağımı da içime soktum.

İki parmağımla tepe noktamı okşamaya özen gösterdim, bir parmağımla da içime zevk darbeleri atmaya başladım.

Kulağımda uğultu, kalbimde gümbürtü, kasıklarımda zonklama ve bacaklarımda hissizlik hâkimdi.

Odanın içinde etin ete vuruşun darbe sesleri infilak ederken, benim vurdumduymaz cesur tavrım karşısında dudakları yukarıya kıvrıldı.

Kısık bir sesle inledi.

"Günahınla, sevabınla geliyorum sana."

"Gel," dedim, gırtlağımdaki çatallaşmış çatlağın acısını onarmak isteyen arayışla. "Gel bana." Titrekçe soluklandım. Karnımdaki göçüğe sinen şeytanın varlığını görmezden geldim. "Gel, ecelim."

ÖLDÜR ya da SEVHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin