Jennifer, patlamanın sesiyle kaçmak yerine binaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Onu tutan kolları umursamadan ilerlemeye çalışıyor, çırpınıyordu. Patlamanın etkisiyle etrafa saçılan eşyalar kadını daha çok korkutuyordu. Alec içerdeydi ve bina yanıyordu. Patlamadan kurtulsa bile, yangından çıkamazdı. Jennifer, çırpınışlarının yanında ağlamaya başladı. Kimse onu durduramıyordu. Sonunda Charlie onu kucağına alarak geriye doğru götürdü. Ona direnmeyen Jennifer, bir süre onu sürüklemesine izin verdikten sonra yüzüne baktı. Hala ağlıyor olması, kadının istediğini gerçekleştirmesine yardımcı oldu. Jennifer, olabildiğince güçlü yumruğunu adamın suratına savurmuştu. Charlie, ondan böyle bir tepki beklemediği için yana savrulmuştu. Kadının eli, gerçekten ağırdı. Canı acısada önemli olan Jennifer’dı. Jennifer, aceleyle binaya doğru ilerlerken Charlie geciktiğini fark etti. Yine de kadın görecekti. Alec’in öldüğünü kendi görse daha iyi olurdu. Adamın kurtulacağı aklının ucundan bile geçmiyordu.
“Ölmüş olamazsın..” diye mırıldanarak ilerleyen kadın, hala ağlıyordu. Hıçkırıkları durmuyor, adamın adını sayıklıyordu. Bir süre kül olmuş yerlere baktı, ceset aradı. Ama görünürde ne bir ceset ne de insan vardı. Alec neredeydi? Onun kurtulmuş olabileceği düşüncesi aklından geçerken kadın neredeyse sevinç çığlıkları atacaktı. Ama bu sevinç, bir süre boyunca binada dolandıktan sonra yok oldu. Alec yoktu, o da her sevdiği insan gibi gitmişti. Onu bırakmıştı. Genç kadın, ajanlara aldırmadan evin külle dolmuş betonuna oturdu, sırtını duvara yasladı ve ağlamaya devam etti. Onun gitmiş olabileceğini düşünmüyordu. Cesedi yoktu, bulumamışlardı. Yine de onun küle dönüşmüş olabileceğini düşününce ürperdi.
Hava iyice kararıncaya dek kadın evde oturmuş ve ağlamıştı. Artık ellerini hissetmiyor, kızaran burnunu umursamıyordu. Ya da gözlerinin şişince ne hale geleceğini düşünmüyordu. Tek istediği uyumak ve bir daha uyanmamaktı. Tabi ki böyle bir şey olamazdı. Ama düşüncesi kadına çok cazip geliyordu. Oturmaktan uyuşmuş bacaklarını harekete geçirmek isteyen Jennifer, evin etrafında biraz dolaşmak için dışarı çıktı. Gece onu korkutuyordu, karanlık her zaman büyük bir korkusu olmuştu. Evin arkasına doğru ilerlediğinde, ağaçlıkların olduğunu fark etti. Onlarında yanmamış olması büyük bir şanstı. Kadın ilerleyerek ağaçların içine girdi. İlerliyor ve önüne bakmıyordu. Biraz daha ilerleyip, şehrin ışıklarından uzaklaşınca rahatladı. Biraz sessizlik, ona iyi gecelecekti.
“Beni bıraktı” diye mırıldandı gökyüzüne doğru. Alec, onu bir hiç için bırakmıştı. Kadında ki terkedilmişlik duygusu gitgide artıyor, canını yakacak bir hale geliyordu. Arkasından gelen bir sesle, aniden durdu. Kıpırdayamıyordu, korkusu onu neredeyse tüketecekti. Ağlamaktan bitkin düşmüş kadın, arkasını döndüğünde kimseyi göremedi. Ama birinin nefes alışını duyabiliyordu. Nereden geldiğini kestiremiyor ama gittikçe korkuyordu. Etrafına daha dikkatle baktı ve seslere odaklandı.
“Sakin ol, Jenny.” Diye mırıldandı kendi kendine. Ama kalp atışlarını durduramıyordu. Orada dikilmek yerine, tekrar eve dönmeyi düşünen kadın, etrafına bakınca kaybolduğunu fark etti. Kaybolmadıysa bile yönü seçemiyordu. Korkusu bunu engelliyor, zihnini kapatıyordu. Nefes alma sesleri bir tarafa yönelince peşinden gitmeye karar verdi. Kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. O lanet olasıca katil, sevdiği adamı elinden almıştı. Kadın, hala bir şoktaydı. Bu şok etkisi, kendini öfkeye bırakıyordu. Jennifer, o adamı öldürmek istiyordu. bunun için koşmaya başladı. Onunla birlikte bir çift ayak sesi de duydu. Katilde onunla koşuyordu. Etrafına bakınıyor ama kimseyi göremiyordu. Bu, kadının daha da sinirlenmesine sebep olmuştu. Bir süre sonra kadın yorgunluktan bitkin düşünce ayak sesleri kesildi. Jennifer, soluk soluğa kalmış bir biçimde etrafına bakıp, geldiği yeri inceledi. Tenha bir yerdi, daha çok terkedilmiş evlerin olduğu bir sokak gibiydi. Burada birinin yaşadığını düşünmek bile korkutucuydu. Ağır adımlarla ilerleyerek, evlere bakmaya başladı. Bütün evlere bakıyor, buralarda kimlerin yaşadığını düşünüyordu. Onunda bir ailesi ve evi olsaydı, o da bir onlarla yaşayabilirdi. Güzel bir anı bırakabilirdi çocuklarına.
Evin içinden gelen bir ses kadını çekmişti. Yardıma ihtiyacı olan biri olabilirdi. Şüpheyle evin kapısın ittirdi ve içeri girdi. Bir kez daha gelen inleme sesi onu korkutmuştu. İçeride, manyağın biri, bir kişiye işkence ediyor olabilirdi. Ya da aklına getirmek istemediği birçok şeyi yapıyor olabilirdi. Sesin geldiği tarafa doğru ilerleyinde, yerde birinin yattığını gördü. Bir süre ona bakıp inceledikten sonra, kendine tanıdık gelen bir şeyler yakalamıştı. Hızla yanına gitti ve yere çöktü. İnanamaz bakışlarla bakıyordu kadın. Ağlamaya başlamıştı. Bu ağlaması üzüntüden değil,sevinçtendi! Alec oradaydı. O, Alec’ti! Bunun sevinciyle gözyaşlarını adamın yüzüne damlattığında Alec’te kadını fark etti. Onun gözlerinden de bu sevinç okunuyordu.
“Beni bıraktığını düşünmüştüm.” Jennifer, buruk sesiyle bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetti.
“Seni bırakmayacağımı söylemiştim.” Alec’te güçlükle cevap vermişti. Jennifer,bu cevabı duyunca sevinmişti. Ama Alec’in bulunduğu durum içler acısıydı. Yaralanmıştı. Ay ışığında bile ciddi görünen yaralara, ışıkta bakmaya dayanamayacağını düşündü kadın. Gerçektende bu yaralar korkunçtu. Alec’le bir süre bakıştıktan sonra birilerini arama ihtiyacı hissetti. Melanie’yi arayarak, yanına kimseyi almadan bulunduklara yere gelmesini istedi. Kadın, nerede olduklarını bilmiyordu ama Melanie bunu halledebilirdi. Jennifer, Alec’in başını kucağına alarak yere oturdu. Jennifer bir şeyler soracak olduysada kendini durdurdu. Alec dinlenmeliydi, onu bu şekilde yorduğu düşüncesi çok bencilce geliyordu.
“Konuşsana.” Alec’in bu lafı kadını şaşırtmıştı. Alec, böyle şeyler söyleyen biri değildi.
“Yorgunsun, sonra konuşuruz.” Jennifer onu kibarca geri çevirmişti.
“Konuşalım demedim. Sen konuş, bir şeyler anlat. Sesinin tınısını dinlemek istiyorum. Bir süre boyunca senden ayrı kalacağımı düşündüm. Bu yeterince rahatsız ediciydi.” Alec’in bu cümleler için sarf ettiği çaba takdir edilmeliydi. Jennifer, onu daha fazla zorlamamak için konuşmaya başladı. Ne anlatacağına karar vermesi zamanını almamıştı. Alec’e kendisini anlatmıştı. Tabi, Jennifer’ın bakış açısıyla.
“Mavi gözlerinin ilk gün bende bıraktığı etkiyi biliyor musun? Tabi ki hayır! Sen bana bağırdığında, ben gözlerinin etkisinden çıkamamıştım. Daha o zamandan beri üzerine atlamak için bahaneler uyduruyordum.” Bu cümlesiyle Alec’i güldürmüştü Jenny. Güldürmekle kalmamış bir süre sonra kahkaha attırmıştı. Alec’in canının yandığı belliydi ama belli etmemeye çalışıyordu.
“Bir de.. Vücudun. Sanırım ona tapıyorum.” Jennifer bunu kızararak söylemişti. Alec ise konuşmuyor onun yüzüne bakıyordu. Gözlerindeki tutku açıkça okunuyordu.
“Güzel.” Alec sonunda konuşmuştu. Ama tek dediği bir kelimeydi. Jennifer hayretle ona bakarken, kapıdan içeri giren Melanie bu manzara karşısında şoka uğramıştı. Onları böyle bulmayı düşünmüyordu.
“Yardım etmeye geldim. Bay Feola, Tanrıya şükür yaşıyorsunuz!” Kadın, bozuntuya vermeden yaklaştı. İki kadın, adamın kollarından tutarak kalkmasında yardımcı oldu. Alec, Jennifer’a yükleniyor ve Melanie’den kaçıyordu. Yine de kadın bir şekilde ona yapışıyor ve dokunuyordu.
“Sanırım kendim halledebilirim.” Alec arabaya binerken ikisinide bırakmıştı. Koltuğa oturduğunda, Jennifer ona söz hakkı vermeden bir hastane adı vermişti. Sessizce geçen bir yolun ardından, hastaneye geldiklerinde Jennifer’ın isteklerine karşı gelen Alec, kendi yürümeyi seçmişti. Sedye ya da tekerlekli sandalye istemiyordu. O her zaman dikdik ayakta duran biriydi.
Hastaneye girdiklerinde karşılarındaki görüntü ve duydukları onlara bir şok yaşatmıştı.
“Bizde sizi bekliyorduk. Yakışmışsınız.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmkansız
RomanceAşkın her zaman imkansız olduğunu bilirsiniz. Ama yine aşık olmayı dener,aşık olduğunuzu sanırsınız. Oysa ki 'aşık olmak' diye bir şey yoktur. Eğer sizde böyle düşünüyorsanız, Jennifer Coronel ne yapmalı? Yıllarca aşkın saçma bir şey olduğunu düşünm...