-39-

808 62 176
                                    


Leon Ugasagi Müller

Gözlerimi açtığımda yine hayatım boyunca yaptığım gibi kendi kahvaltımı kendim hazırlayıp evden erkenden çıktım. Yapacak bir şeyimin olmaması umurumda değildi. Eve olabildiğinde yatmadan yatmaya gitmeye çalışıyor ve fazla durmamak için elimden geleni yapıyordum.

Parka gittiğimde Han her zamanki gibi beni orada bekliyordu. Onun tek başına banka oturmuş kaleci eldivenlerini eline geçirmekte olduğunu görünce içime su serpilmişti. Han parka gittiği zaman beni arayıp çağırma zahmetinde bile bulunmazdı. İkimiz de bir şekilde ne zaman parka gitsek bir diğerimizin elinde futbol topuyla hazır bir şekilde bekleyeceğini bildiğimizden birbirimize haber vermeye dahi tenezzül etmezdik. Bunun sonucunda her nasılsa her seferinde ikimizden biri diğerini hazır bir şekilde parkta bekler vaziyette bulurdu.

Bankın yanına koyduğu topu göstererek başıyla kaleyi işaret etti. İkimiz de tek kelime dahi etmeden birbirimizi anlamış ve teke tek antrenman yapmak için yerlerimize geçmiştik.

Han her zamanki gibi tam formundaydı. Almanya'dayken pek çok farklı takımda oynamıştım. Japonya'da ise vaktimi Japon takımlarının oyuncularını analiz ederek geçirmiştim. Bugüne kadar rastladığım kimse onun kadar iyi bir kaleci değildi. Yaşının ötesinde bir tekniği ve yeteneği vardı.

"Biraz konuşmak ister misin?" diye sordu Han. Durup dururken oyunun ortasında eldivenlerini çıkarıp kalenin önüne çömelmesi beni afallatmıştı. Ellerimi cebime soktum:

"Ne konuda? Yine beni neyle alakalı sorguya çekeceksin?" diye sorduğumda yüzüne o tatlı, insana güven veren tebessümünü takındı.

"Genel olarak uzun zamandır laflamadığımızı düşündüm. Bir de tabii ki gündemimizde dün olanlar da var. Üçüzlerle arkadaş olmaya başladığını görüyorum. Meğerse karşılarında değil de yanlarında yer almak daha iyiymiş öyle değil mi?" dedi. Ona fazla yaklaşmadan yavaşça az uzağına çömeldim:

"Arkadaş mı?" Omuzlarımı silktim. "Artık atışmıyoruz işte. İstediğiniz de aylarca yalvardığınız da bu değil miydi?" diye sordum hafif tersleyerek. Ancak Han benim bu tavırlarıma zaten alışkın olduğundan artık üzerine alınmıyordu.

Han gülerek geçiştirmesinin ardından başka bir konuya değindi:

"Peki ya Koç Hanashima, ona söylediklerinde ciddi miydin?" Derin bir iç çekerek başımı doğrudan yüzüne çevirdim. Ardından da tam anlamıyla anlayabilmesi için tane tane olarak:

"Evet Han, dün de hepinizin içinde söylediğim gibi son derece ciddiydim." dedim.

Sesimin tonu değişmiş, bir anda son derece ciddileşmiştim. Han da derin bir nefes çekmesinin ardından beni ikna etme çabaları içerisine girişmişti:

"Açıkçası böyle düşünüyor olmana üzüldüm. Şahsen ben bizi gerçekten sevdiğini düşünüp mutlu olmuştum. Seni bilmem ama ben çok fazla takımda oynadım. Daha önce hiç bu denli samimi ve içten bir koça sahip olmamıştım. Hepsi işini yapar, üzerine düşen vazifeyi yerine getirdikten sonra ekstra bir çaba harcamazdı. Ancak Masaru öyle değil. O bizi önemsiyor, kazanmamızı yürekten istiyor. Biz onun oyuncularından ziyade çocukları gibiyiz bunu hissedebiliyorum."

"Diğerleri öyle Han." diye çıkıştım. Sesimin tonuna hâkim olamamıştım. "Reika, Erika, Shou özellikle de üçüzler ve bilakis Kota bu dediklerinin hepsi. Onları ne kadar sevdiğini, onlarla ne denli gurur duyduğunu gözlerinden görebiliyorum. Diğerlerine bakarken gözlerinin içinin parlamasından anlıyorum bunu." Sesimin tonu giderek alçalmaya başlamıştı. "Daha önce bana bakarken kimsenin gözünün içi parlamadı. Kimse bana bu denli bir sevgi duyduğunu bakışlarıyla hissettirmedi bugüne kadar. Şunu aklından çıkarma, ne yaparsak yapalım asla bir üçüzler olamayacağız. Asla bir Kota olmayı başaramayacağım!"

Victory Kickoff: Yeniden!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin