26.05.2021
01.25Kalabalık, geceyi gündüze çeviren ışıklarla bezeli caddede adımlarken sakindim. Çoğu ânımın aksine.
Hayatının neredeyse her anını gerginlikle, ani öfke nöbetleriyle geçirmiş olan ben, bu kez belki de hiç olmadığım kadar sakindim.
İçimde sürekli birbirleriyle kanlı savaşlara girmeye çekinmeyen o sesler, bu gece susmuş gibilerdi. Onlar da bekliyorlardı. Sadece izliyorlardı. Belki de biliyorlardı.
Caddenin ortasındaki ihtişamlı, tarihi binanın girişinde yer alan restoranta girerken arayıp durduğum içimdeki şeytanlar, bu defa beni duymazdan geldiler. Sanki yalnız yüzleşmem gereken şeylerin farkındaydılar, sanki bir şeylerin son bulacağını ve bir şeylerin de başlangıç olacağını biliyorlardı. Her biri bir yana dağılmıştı.
Zihnim de kalbim kadar dağınıktı bu gece. Dağılmasına asla izin vermeyeceğim zihnim bile dağınıktı. Onu gördüğüm an, içimdeki tüm bu karmaşanın dineceğini biliyordum. Biliyordum, çünkü bu gece bir şeyler için sondu.
Restoranta girdikten sonra ahşapla kaplı zeminin üzerinde yankı bulan topuklu ayakkabılarımla sağ köşede bekleyen görevli yerinde dikleşti, traşlı yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Halbu ki gözlerinden uykusuzluk akıyordu, gülümsemeye mecali yoktu.
Görevlinin söylediği masaya ilerlerken fark ettim onu. Çoktan gelmişti. Masanın üzerindeki ellerini birbirine bağlamış, çatık kaşlarının altındaki gözleri dalgın, bir o kadar da endişeliydi. Endişesinin kokusunu buradan bile alırdım. Ben onu tanırdım.
Tanıdığımı sanırdım.
Adım seslerimi fark ettiğinde yavaş yavaş bana dönen bakışları çözüldü, çatık kaşları gevşedi. Ellerini birbirinden çözüp ayaklanırken ellerini pantolununun kumaşına şöyle bir sürdüğünü fark ettim.
"Verena... Geldin." Hafifçe gülümserken bana doğru adımlayacağını fark ettiğimde hızla karşısında yer alan sandalyeyi çekip oturdum.
Tek omzumdan sarkan küçük çantama neredeyse sapladığım tırnaklarımın dipleri acıyordu.
O gece içlerinin kanla dolduğu tırnaklarım.
Bir anlık duraksamasının ardından yerine oturduğunda, benim buz kesen ifademe karşın gülümsemeye çalıştı.
"Hoşgeldin. Nasılsın?" Sorduğu sorunun saçmalığının kendisi de farkındaydı.
"Sohbet etmeye gelmedim." Zaten zorla tuttuğu gülümsemesi yavaş yavaş silindi.
"Pekâlâ..." Benden çekip masanın üzerinde gezdirdi hızla bakışlarını. Bana tekrar döndüğünde ışıldayan gözlerini kırptı birkaç kez art arda. "Ne yemek istersin? Ya da bir şeyler içmek ister misin? Öncesinde bir şeyler içelim, ne dersin?" Hızla konuşup cevabımı beklemeden elini kaldırdığında havalanan eline uzanırken buldum kendimi.
"Eric... Buraya yemek yemeye, bir şeyler içmeye ya da seninle sohbet etmeye gelmedim." Gülüşü tekrar solarken gevşekçe tutmuş olduğum eline indirdi bakışlarını. "Onca şeyden sonra bunu yapamam. Seni öylece kabullenemem."
"Verena, ama sen geldin. " Tekrar gülümsemeye çalışırken o tuttu bu kez elimi.
"Bir şeyler son bulmalıydı." Elimi elinin altından çekerken asılan yüzüne aldırmadım.
"Ben sandım ki... Sen, benim için geldin. Sandım ki, sen..."
"Ne sandın Eric? Şuradan koşa koşa gelip boynuna sarılacağımı mı? Şuan karşında oturduğuma bile dua et." Hırsla konuştuğumda yutkunduğunu fark edip başımı camdan dışarı çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Disfruto | Liu Yangyang
FanfictionKaosu kucakla. Anıları kovala. Gözlerini aç. Gözyüzüne bak. Özlemeyi bırak. 26.05.2020