0.4 cheers with milk and coffee

433 60 70
                                    


04.07.2020
04.03

"Uğraşma... Bırak uyusunlar işte." Mutfak ve salon arasındaki bazen masa olarak kullandığım tezgâhın arka tarafında bar taburesi denebilecek sandalyeme oturmuş kahvemi yudumluyordum. Keyifle demek isterdim... Ancak keyifle falan değildi.

Henüz daha dün tanışmış olduğum Yangyang denen çocukta utanma, arlanma, sakinleşme gibi kavramlar kesinlikle yoktu. Evden ne zaman gittiğini bilmiyordum ancak elinde çiçekle geldiğinden beri yerinde bir türlü duramamıştı. Şimdi ise koltukta sarmaş dolaş olmuş uyuyan Renee ve Mark'ı rahatsız ediyordu. Seslenmelerime çocuk gibi cevaplar veriyordu.

"Uyansınlar ya artık. Neden bu kadar çok uyudular?" Dönüp bana sorduğu soruyla almak üzere olduğum yudumu almaktan vazgeçip büyük kupayı yüzümün önünden çekip ona baktım. 'Ciddi misin?' der gibi bakıyordum ama o tabii ki anlamıyordu.

"Sen neden, affedersin ama, kargalar dışkılarını yemeden uyandın ve bu kadar enerjiksin?" Gözlerimi kısarak sorduğum soruyla kıkırdadı ve önüne dönmeden önce omuzlarını silkerek cevapladı beni.

"Ben hep böyleyim." Sırtına bakarak gözlerimi devirdim ve ağzımı yüzümü eğerek taklidini yaptım. Bir anda yüzünü bir şey söyleyecekmiş gibi bana döndüğünde o halimi görecek diye o kadar panikledim ki yüksek tabureden düşmek üzereydim. Zar zor tezgâha tutunup elime dökülen kahveyi eşofmanıma silerken kendinden geçerek gülen yüzüne baktım. Derin ve sıkıntılı bir nefes aldıktan sonra düz bir surat ifadesiyle kaşlarımı havalandırıp 'Ne var?' dercesine baktım ve bu sefer anlayıp omuzlarını silkti gülerken.

"Tipe bak şunun. Salak." Mark'ın yüzüne iyice eğilmiş konuşurken bir anda bir el havalandı ve Yangyang'ın suratını diğer tarafa çevirmesine sebep olan bir tokat attı. Saçları savrulan Yangyang bir süre orta sehpaya baktı ve sonra toparlayıp ellerini koltuktan çekip doğruldu.

"Defol şuradan. İt herif." Mark'ın huysuz ve kısık sesini duyduğumda kıkırdamadan edemedim.

"Aldın cevabını." Bir yandan kıkırdarken söylediğim şeyle derin bir nefes alıp düz bakışlarıyla bana dönen Yangyang, göz göze geldiğimiz an dudaklarını büzüp omuzlarını düşürdü ve salonun ortasından arkasında olduğum tezgâha doğru ilerledi.

"Ne içiyorsun?" Karşımda, tezgâhın diğer tarafında kalan diğer ve son yüksek tabureye otururken sordu ancak anlamaması imkânsızdı. Zaten küçük olan evim tamamen kahve kokuyor olmalıydı.

"Kahve?" Sorar gibi mırıldandım ve ellerimi ısıtmasını umduğum, iki elimin arasındaki kupayı hafifçe görebileceği şekilde eğdim.

"Hım." Mırıldanırken birden kupaya doğru eğildi ve kokladı.

"Güzel kokuyor." Kafasını çekmeden mırıldandığında sıcak nefesini ellerimde hissettim. Bir elini kupanın etrafına sıkı sıkıya sardığım ellerimin üzerine götürüp hafifçe yukarı kaldırdı ve kupanın diğer tarafına dudaklarını yasladı. Bir süre sonra sadece bir eliyle sarabildiği ellerimi bırakıp geri çekildi ve bir süre ağzında tuttuğu kahveyle arkamda kalan mutfağı inceledi. Dudaklarını büzmüş, kaşlarını çatmıştı, eli çenesindeydi. Gurme gibi davranıyordu ancak pabucumun gurmesi gibi göründüğünü bilmiyordu. Dünden farklı olarak bugün üzerinde siyah-beyaz çizgili bir tişört üzerine çok açık, hatta bebek mavisi bir hırka giyiyordu. Çiçekçiden önce otele uğramış olmalıydı. Sahi kaçta uyanmıştı ki?

"Tadı da güzelmiş." Sonunda ağzındaki yudumu yutup da bana bakarak konuştuğunda kafamı salladım usulca.

"İstersen, hazırda var biraz daha." Parmaklarıyla tezgâhta bir ritim tuttururken kafasını olumsuz anlamda bir kez kaldırdı ve cıkladı. Bacaklarını sallıyordu.

Disfruto | Liu YangyangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin