2.0 black frost

289 39 145
                                    

19.02.2021
00.20


Bazen, buz gibi esen rüzgâra kapılıp gitmek istememize rağmen tek yaptığımız ayaklarımızı yere daha sağlam basmak olurdu. Ancak bu bir mecburiyetti.

Buraya gelirken bir daha görmeyeceğime emin olduğum ela gözler karşımdaydı. Beyazı kızarmış, hafif kısık gözler beni izliyordu.

O kadar iyi tanıyordu ki beni sanki karşısında açık seçik okunabilen yazılı bir metin vardı ve sadece uzaktan bakarak bile ne olduğunu anlayabiliyordu.

"Ne istiyorsun?" Sesim duruşumun aksine kısık çıktığında kaşlarımı çattım. Hemen arkamda duran Yangyang'ın parmak uçlarını üzerimdeki kalın montun uçlarında hissettim.

Omuzlarını indirip kaldırdı yavaşça. Sarı saçlar savruldu. Ne istediğim belli, der gibi bakıyordu gözleri. Ellerini ceplerine yerleştirdi.

"Ne istiyorsun?" Bu defa daha güçlü çıkan sesimle bir adım attım ona doğru. Yangyang'ın parmakları daha sıkı tutunduğunda montuma ona dönmeden elini ittirerek tutuşundan kurtuldum.

"Konuşmak." Kaşlarım yavaşça havalandı.

Hâlâ ne konuşmasından bahsedebiliyordu? Hâlâ ne yüzle karşımda böyle durabiliyordu?

"Verena. Bizim..." Gözlerini sıkıca kapatıp dudaklarını birbirine bastırdı. Geri açtığında tekrar doğrudan gözlerime bakıyordu.

"Bizim konuşmamız gerekiyor artık." Gözlerini geldiğinden beri ilk kez benden çekip bir iki adım arkamdaki Yangyang'a çevirdi. Kirpikleri arasından ona ters ters bakarken derin bir nefes aldım.

"Benim ne sana ne de yalanlarına zamanım var. Uğraşma daha fazla, geldiğin yere geri dön."

"Geldiğimiz yer, Verena." Yüzünde ufak bir gülümseme oluştu.

Bir anda ona doğru adımlarken buldum kendimi. Yangyang elini bu kez daha sıkı bir şekilde koluma sardığında omzumun üzerinden ona döndüm hızla.

"Sen karışma." Çoktan alev aldığına emin olduğum gözlerime bir süre baktıktan sonra kolumdaki elini geri çekerken bir adım geriledi aynı zamanda.

O an dediğimden çoktan pişman olmuştum.

"Bu benim meselem. " Gözlerimi yüzünden çekemedim.

Eric'ten olduğuna emin olduğum ufak bir kıkırtı duyulduğunda bu kez ben kolumu ona uzatıp bileğinin biraz üzerinden hızla tuttum.

Beni anlamasını dileyerek baktım gözlerine. Beni anlamasını dilemekten başka hiç bir şey gelmedi o an elimden. Ancak Yangyang hızla kolunu ellerim arasından kurtardı ve bir arkamdaki bedene bir de bana baktı. Sonra bir hışımla arkasını dönüp geldiğimiz yolu adımladı. Sokağın sonuna doğru sola dönüp gözden kaybolduğunda derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım.

Hızla toparlanıp ona döndüğümde çoktan yakınıma gelmiş olduğunu fark ettim. Başını hafifçe eğmiş, yüzündeki belli belirsiz gülümsemeyle beni izliyordu.

"Verena." İşaret parmağı elimin dış yüzeğine dokunduğunda bir tepki vermedim.

"Bizim konuşmamız gerekiyor. Bizim gerçekten konuşmamız gerekiyor." Geri çekilmeyişimden cesaret almış olsa gerekti birden sıkıca kavradı elimi.

Aynı hızla ellerimi çekip göğsümde birleştirdim ve dik dik bakmaya başladım ona.

"Öncelikle şunu bir anla; biz dediğin şeye ben asla dâhil değilim, kendini nereye dâhil ediyorsan et umurumda değilsin." Alaylı bir nefes bırakırken dudaklarından o da benim gibi kollarını göğsünde topladı.

"Ayrıca tüm bu tantanayı yapana kadar ne derdin varsa çoktan anlatırdın. Demek ki konuşmamız gerekmiyormuş. Sen sadece geveleyip duruyorsun." Kaşları alaylı ifadesini destekler şekilde havalandığında ben de aynı ifadeyle ona bakmayı sürdürdüm.

"Son olarak, eğer bir daha bana dokunmaya kalkarsan tırnaklarını tek tek söker o dilinin üzerine mum diye dikerim." Gözlerini devirdi ve kollarını çözdü.

Gözlerimi inatla ondan ayırmadığımı fark ettiğinde bana döndü tekrar ancak konuşmasına izin vermeden hızla devam ettim.

"Sana 10 saniye. Ne derdin varsa dökül. On, dokuz..." Hayretler içerisinde bana bakakalırken ben çoktan saymaya başlamıştım.

"Bak, konuşmamız gerek derken ciddiyim ve bu böyle ulu orta konuşabileceğimiz bir durum değil." O ellerini telaş içinde sallayarak konuşurken ben birbirine bağladığım kollarımdan birini çözüp tırnaklarımı incelemeye başladım. En kısa zamanda tekrar yaptırmalıydım.

"Sekiz, yedi..."

"Siktir, ne yapıyorsun şuanda?" Hızla konuştuğunda gözlerimi kirpiklerim arasından ona çevirdim.

"Yerse... Altı..." Sıkıntılı bir nefes verip tekrar devam etti.

"Yarın seni Shnapsidee'de bekliyorum, tamam mı?"

"Sikerler. Dört, üç..." Rahat bir tavırla küfredip tekrar saymaya döndüğümde bir adım yaklaştı.

"Saat dokuzda. Schnapsidee. Bekliyorum."

Sanki bir an gözlerinde gerçekten çaresizliği, pişmanlığı görür gibi oldum. Ancak o Eric Arndt'tı. Ne çaresizliği ne de pişmanlığı bilirdi.

"İki, bir." Saymam bittiğinde aynı boş ifademle kollarımı çözüp ellerimi yüz hizasına getirip ona el hareketi çektim. Bakışları ellerim arasında gidip geldi ve tekrar gözlerime döndüğünde arkamı dönüp ilerlemeye başladım.

Yangyang'la beraber geldiğimiz yolu tek başıma geri teptim. Biz gelirken henüz kırılmayan gece karanlığı artık kırılmış, güneş doğmuştu.

Beni her nereye götürmek ve ne yapmak istediyse çoktan berbat etmiştim.

Hızlı adımlarla yürürken nefes nefese kalmıştım. Son dönemeci de döndükten sonra kaldığım apartmanın önündeki kaldırıma oturmuş, bacaklarını kendine çekmiş, parmakları arasındaki yaprağı çeviren Yangyang'ı görmemle adımlarım durdu.

Bu buz gibi havada hiç mi üşümüyordu bu çocuk?

Derin bir nefes alırken yavaş yavaş adımladım ona doğru. Geldiğimi fark edip elindeki yaprağı çevirmeyi kesti ancak bana dönmedi.

"Hasta olacaksın." Tepesinde dikilirken umursamaz sesimle konuştum ancak bana yine dönmedi.

"Üşmüyor musun sen bu havada buz gibi betonda?" Yine herhangi bir tepki vermediğinde daha yapıcı yaklaşmak istedim.

"Eve neden girmedin?" Beni tekrar yanıtsız bıraktığında bakışlarımı ondan çekip caddenin karşısında yeni yeni oluşmaya başlayan kalabalığa çevirdim bakışlarımı.

"Hayır, hasta olman umurumda değil ama biliyorsun, Mark ve Renee seni bana emanet etti yani-" Ben kendimi kaptırmış hızlı hızlı konuşurken bir anda ayaklandı. Yüzüme şöyle bir bakış atıp apartman kapısına adımladı, sırtını bana döndü ve beklemeye başladı.

"Kapıyı açmayı düşünüyor musun yoksa sümüklerinin asfalta akıp donmasını mı bekleyeyim?" Bana dönmeden kurduğu cümleyle istemsizce burnumu çekip ona doğru adımladım. Cebimdeki anahtarı çıkarıp kapıyı açarken hemen yanımda beni bekliyordu.

Hamburg soğuktu. Özellikle bu aylarda aldığınız nefes dâhi ciğerlerinizi yakardı.

Ancak o tüm bu soğukluğa karşı kendi elleriyle ufak bir ateş yakmıştı. Yaktığı o ufak ateşe kendi nefesiyle üflüyor, ateşi harlıyordu. Ateş ellerini yaksa da yüzündeki gülümsemeyi silmiyordu.

Kafamda dönüp duran düşüncelere sonunda kulak veriyorum. Buyrun düşünceler;  🎤

Oylamayı, yorumlamayı unutmayınız. ILY.

Bu arada Manken Yangyang... That' s that.

Ve bu arada Trampoline'i unutmuşum... Sonu, eğer okuyan vardıysa, nasıl isterseniz öyle olsun. Trampoline'e ben bir son bulamazdım ancak o sonu siz bulun.

And new nickname bitch!

verenabutgerman

Disfruto | Liu YangyangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin